16 Aralık 2009 Çarşamba

Kusur kimde: Üstüne vinç düşüp ölen mühendiste...

İSKİ'nin Sarayburnu şantiyesinde meydana gelen kazada hayatını kaybeten Harita Mühendisi Gülseren Yurttaş, bilirkişi tarafından 'olayın meydana geldiği yerde gerekli tedbir ve özeni göstermediği' için tali derecede kusurlu bulundu.


27 Eylül 2007 günü İSKİ’nin Sarayburnu-Salacak boru hattı şantiyesinde çalışan 35 yaşındaki Yurttaş, vinç operatörü Hasan Hüseyin Navruz’un kullandığı 30 ton kapasiteli mobil vinçten düşen bom denilen parçanın altında kalarak yaşamını yitirmişti. Olaydan sonra Kutay İnşaat’ın Şantiye Şefi Kürşat Özarslan, taşeron Detek şirketinin Şantiye Şefi Ali Ener Edis, vinç operatörü Hasan Hüseyin Navruz ve vinç işaretçisi Ali Kayın hakkında ‘taksirle ölüme sebebiyet vermek’ suçundan üç-altı yıl hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. İstanbul 6’ncı Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki davanın dünkü duruşmasında kazayla ilgili hazırlanan bilirkişi raporu okundu.
Rapora göre aslında öngörülebilir olan kaza, tedbirsizlik, ihmal ve dikkatsizlik sonucu meydana geldi. Vincin bomu, pim kırılınca düştü. Şantiye içerisinde gereken iş sağlığı ve güvenliği kuralları uygulanmamıştı. Raporda şantiye şefleri asli kusurlu olarak gösterilirken, vinç operatörü Navruz ise çalışma alanında kimsenin olup olmadığını kontrol etmeden vinci yukarı kaldırdığı için ‘tali kusurlu’ bulundu. Ölen Gülseren Yurttaş da ‘olayın meydana geldiği yerde gerekli tedbir ve özeni göstermediği’ için tali derecede kusurlu bulundu. (Radikal)

8 Kasım 2009 Pazar

Bahçeli tekrar genel başkan( o ye como va)

Bahçeli tekrar genel başkan


08/11/2009 11:02

MHP 9. Olağan Büyük Kurultayı gergin başladı. Ahmet Reis Yılmaz taraftarları salona girerken kısa süreli bir arbede çıktı. Bahçeli 1171 oyla yeniden genel başkan seçildi
ANKARA - MHP'nin 9. Olağan Büyük Kurultayı Atatürk Spor Salonu'nda yapılıyor. Genel Başkan Devlet Bahçeli'nin salona girişi sırasında kurultay için hazırlanan ''Sonsuza Kadar Var Ol Türkiye'' adlı marş çalındı. Partililer sık sık ''Devletin başına Devlet gelecek'' şeklinde slogan attı. Bu arada, yaklaşık 50 kişilik bir grubun salona girmeye çalışması gerginliğe neden oldu. Bu kişilerin daha önce aday adaylığını açıklayan Ahmet Reyiz Yılmaz'ın taraftarları olduğu sanıldı. Bu kişilerin üzerine yabancı cisim atıldı. Üyeler, "Devletin başına devlet gelecek" sloganları atarak, salona girişlerine engel olmaya çalıştı. Kısa süreli bir arbede yaşandı. Ancak söz konusu kişilerin İstanbul'dan gelen üyeler olduğu anlaşıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'na geçilmesi salondaki gergin havayı dağıttı.

DİVAN BAŞKANI ADAYI TARTAKLANDI
MHP’nin 9. Olağan Büyük Kurultayı’nda genel başkan adayı olduğunu bildiren Ahmet Reyiz Yılmaz, divan başkan adayının tartaklanarak salona alınmadığını iddia etti.
Yılmaz, Çankaya’daki iş yerinde düzenlediği basın toplantısında, divan başkan adayı Kemal İnanlı’nın 140 imza ile kongrenin yapıldığı Atatürk Spor Salonu’na gittiğini belirtti.
İnanlı’nın salona alınmadığını ifade eden Yılmaz, ayrıca salon girişindeki gençler tarafından tartaklandığını ileri sürdü.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kendisiyle ilgili bazı iddialarda bulunduğunu kaydeden Yılmaz, "Benim eşimin türbanlı olması nedeniyle AK Partili olduğum şeklindeki suçlaması, ruhu İslam, omurgası Türklük olan ülkücü dava için bir kara lekedir. Kendisi 1999’da başı kapalı bir kadın milletvekilinin başını açarak aynı hayasızlığı göstermiştir. Hiç kimse Müslüman-Türk milliyetçiliği üzerine oturup hayasızca insanların ailelerinin başının örtüsüyle uğraşamaz" dedi.
Kongreye katılmak için "salondan" haber beklediklerini anlatan Yılmaz, haber gelmeden giderek gerginliğe neden olmayacaklarını, gelecek haber doğrultusunda salona hareket edeceklerini bildirdi.
Kemal İnanlı da, 255 delegeyle yaptıkları müracaatlarının, 13 delegenin istifa ettiği gerekçesiyle parti yönetimi tarafından iptal edildiğini belirterek, bunun üzerine Yargıtay’a başvurduklarını, 13 delegeden sadece 2’sinin istifa ettiğinin belirlendiğini, kanunen 244 delegenin yeterli olduğunu bildirdi.
Açıklamaların ardından Yılmaz ve İnanlı, iş yerinin balkonundan dışarıda bekleyen taraftarlarını selamladı. (aa)


BAHÇELİ: SIRTLANLARI SIRTINDAN ATACAK
Devlet Bahçeli, kongre sırasında yaptığı konuşmada "Demokratik Açılım" projesine sert eleştirilerde bulundu.

Yaklaşık iki saat boyunca kürsüde kalan Bahçeli bugüne kadarki gelişmelerin, yarın karşılaşılacak felaketlerin acı habercisi olduğunu savunarak, "Tutarsız, işbirlikçi ve teslimiyetçi bir hükümet karşımızdadır. Türkiye’nin güvenliği tehditlerle karşı karşıya bırakılmıştır" dedi.
MHP’nin bu demokratik sınavdan yüzünün akıyla çıkacağına yürekten inandığını dile getiren Bahçeli, Kurultay’da tarihin yeniden yazıldığını, bugün yeni bir mührün taşlara kazındığını söyledi.
Bahçeli, Türk milletinin, sonsuza kadar var olmak için bu salonda bir araya geldiğini belirterek, tek tek illeri selamladı. Bahçeli, "Anadolu’nun her bahçesinden, hoşgeldiniz" dedi.
Büyük Kurultayın, tarihi bir dönüm noktası olacağını, Milliyetçi Hareketin iradesinin, bugün milleti yeni asırlara taşıyacak siyasi vizyonu ortaya koyacağını dile getiren Bahçeli, şöyle devam etti:
"Bu duyguyu ancak yüksek ülkülere koşanlar anlar. Bu duyguyu milletine sevdalananlar anlar. Boyun eğenler asla anlayamaz. Kaynaklarımızı israf edenler anlayamaz. Vicdanları istismar edenler anlayamaz. Değerlerimizi ayaklar altına alanlar anlayamaz. Mukaddesatımızı siyaset malzemesi yapanlar anlayamaz. Arayışı bitmemiş kimliksizler, kişiliksizler, anlayamaz. Orhun’a yol yapınca milliyetçi olacağını sananlar hiç anlayamaz. Teröristle masaya oturanlar asla anlayamaz. Brüksel’de Avrupalı, Washington’da Amerikalı, Erivan’da Ermeni, Erbil’de Peşmerge olanlarsa hiç ama hiç anlayamaz."


-"AL BAYRAĞIMIZ YORGUNDUR"-

Türkiye’nin bugün sancılı bir dönemden geçtiğini, Türk milletinin sıkıntılı olduğunu savunan Bahçeli, şunları söyledi:
"Al bayrağımız yorgundur. Tam 7 yıldır hükümet olan Adalet ve Kalkınma Partisi ile Türkiye bugün tam bir kuşatma çemberi altındadır. Her gün daralan kıskacın içinde bunalımlarla boğuşmaktadır. Ülkemiz, keskin viraja doğru giden çok tehlikeli yoldadır. Milletimizin birliği, dirliği, varlığı ve geleceği tehdit altındadır. Yıkılmadık değer, sarsılmadık mukaddesat, incitilmedik gönül kalmamıştır.
Bugüne kadarki gelişmeler, yarın karşılaşacağımız felaketlerin acı habercisidir. Önümüzdeki tehlike çok büyüktür. Karşımızdaki birinci tehlike, ülkemizi uçuruma sürükleyen güvenlik tehditleridir. Siyasi ayrılıkçılık hevesleri hız kazanmıştır. Türkiye’nin milli devlet niteliği ve üniter yapısı hedef alınmıştır. Türk milletinin bin yıllık kardeşliği tehdit altına girmiştir. Vatanımızın, devletimizin, milletimizin tekliği tartışılmaktadır.
İkinci tehlike, milletimizi bölünmeye doğru götüren cepheleşmedir. Etnik temelde bölünme, inanç temelinde cepheleşme, mezhep temelinde iç ve dış tahrikler artmıştır. Kimlikler kaşınarak, gerilim ortamı körüklenmiştir. Toplumsal huzursuzluk ve çatışma alanları genişlemiştir. İç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhu yara almıştır. Bu yıkıcı tahribat Türkiye’yi içten içe çürütmektedir."
Türkiye ve Türk milletinin etrafındaki çemberin daraldığını, milleti koruyacak güvenlik duvarlarının tahrip olduğunu öne süren MHP Genel Başkanı Bahçeli, şunları kaydetti:
"Tutarsız, işbirlikçi ve teslimiyetçi bir hükümet karşımızdadır. Türkiye’nin güvenliği tehditlerle karşı karşıya bırakılmıştır. Silahlı ve silahsız bölücülük cesaret, moral ve mevzi kazanmıştır. Şer ortaklıkları, hakaret ittifakları, işbirlikçi cepheler oluşmuştur. Ve bunların kaynağı olan AKP, artık Türkiye’nin bekası için başlı başına tehdit haline gelmiştir. Bu tablonun karşımıza çıkardığı gerçek her cephede yaşanan çürüme, çözülme, çöküş ve çaresizliktir. AKP 7 yılda her alanda yenilmiş, her alanda teslim olmuştur. Irak’ta aşiret reislerine, dağlarda teröriste teslim olmuştur. Kıbrıs’ta Rumlara, tarihte Ermenilere teslim olmuştur. Sokakta suçlulara, meydanlarda bölücülere teslim olmuştur. Ekonomide vurgunculara, sofralarımızda yoksulluğa teslim olmuştur. Şimdi sıra Türkiye’yi teslim etmeye gelmiştir. Biz buna izin vermeyeceğiz."

Bahçeli, Türkiye üzerinde ne oyun oynanmışsa, MHP üzerinde de oynanmak istendiğini savunarak, "Her fesadı aşan, her hileyi boşa çıkaran partimiz bugün ülkemizin bütün sorunlarını çözmek için yola koyulmuştur. Bu yol da tehlikeli ve tuzaklarla doludur" dedi.
Türkiye’nin 89 yıl sonra aynı talepler ve tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu öne süren Bahçeli, "Bunları yerine getirmek için AKP hükümeti iş başındadır ve biliniz ki bu süreç asla bir tesadüf değildir. Tarihi, planlı ve maksatlı bir oyunun son perdesidir. Bu acı gerçekler hepimize yeni bir sorumluluk yüklemektedir" diye konuştu.
Hükümetin ekonomi politikalarını da eleştiren Bahçeli, milli birlik ve kardeşlik tartışılırken yaşanan ağır ekonomik sorunların da hayatı dayanılmaz hale getirdiğini, ekonomik kriz ve gelişmelerin başlı başına bir milli güvenlik sorunu haline geldiğini öne sürdü.
Bahçeli, "AKP’nin sahte rakamlar ile kurgulanmış ’büyüyen ülke’ ve ’mutlu insanlar’ yalanlarına inanacak kimse kalmamıştır. AKP’nin ekonomi politikaları ile tıpkı son Osmanlı hükümetlerinin girdiği korku tüneline girilmiştir" dedi.
Zamların "sağanak gibi" yağdığını, memur, işçi, emeklimiz ve esnafın zor durumda olduğunu savunan Bahçeli, "Bu karanlık tablonun sahibi olan Başbakan Erdoğan ise Avrupa’da pısırık ama köylü karşısında cesurdur. Barzani’ye teslim, ama çiftçinin anasına küstahtır. Bölücüyle kol kola, ama üreticiye düşmandır. Hak arayana, ses çıkarana, sızlanana karşı zalimdir. Buradan Türkiye’ye sesleniyorum. Türk milleti bu yoksulluğa asla mecbur değildir. Hükümetin politikalarını şiddetle reddediyorum" diye konuştu.
Devlet Bahçeli, Milliyetçi Hareketin mensuplarının yoksulluğu ve işsizliği kader kabul etmeyeceğini, istismara ve iş birlikçiliğe izin vermeyeceğini, yolsuzluğu kabullenip sineye çekmeyeceğini, alın terlerinin çalınmasına müsaade etmeyeceğini belirtti. MHP’nin bütün Türkiye’ye daha adil bir paylaşım, fırsat eşitliği, üretken ekonomi, tutumlu bir toplum, yatırım ve istihdam, huzur getireceğini söyleyen Bahçeli, "Bugün Türkiye takatsiz kalmıştır. Çatışmadan ve gerilimden usanmıştır. İstismarlardan bıkmıştır, çekişmelerden yorulmuştur. Daha huzurlu, daha mutlu ve daha umutlu bir gelecek arayışındadır. Ve bu milletimizin hakkıdır. Bu arayış Milliyetçi Hareket için önümüzdeki dönemde tek başına iktidar fırsatı sunmaktadır" dedi.

-"PARTİMİZ VE PARTİLİLERİMİZ ÜZERİNDE DE OYNANMAK İSTENMİŞTİR"
Yollarının kolay ve engelsiz olmadığını anlatan Bahçeli, şöyle konuştu:
"Milletimizi dünya sahnesinde güçlü bir aktör olarak görmek istemeyenler uyanıktır. Türkiye üzerinde ne oyun oynanmışsa, partimiz ve partililerimiz üzerinde de oynanmak istenmiştir. Sokaklara çekilmek istenmiştir. Milliyetçi Hareket ’hayır’ demiştir. Kardeş kavgasına itilmek istenmiştir. ’Asla’ demiştir. Karanlık senaryolara bulaştırılmak istenmiştir. Tutmamıştır. Her fesadı aşan, her hileyi boşa çıkaran partimiz bugün ülkemizin bütün sorunlarını çözmek için yola koyulmuştur. Bu yol da tehlikeli ve tuzaklarla doludur. Bu itibarla, bozgunculara, yıkıcılara fırsat vermeyeceksiniz. İstismarcılara itibar etmeyeceksiniz. Tahrik ve tertiplere dikkat edeceksiniz. Birlik olup kucaklaşacaksınız. Tek bir ses, tek bir nefes olacaksınız. Türkiye’mizi ve milletimizi çağların ötesine taşıyabilmemizin başka bir yolu da yoktur. Milletimiz bunu başaracak azim ve inanca sahiptir.
Herkesi, vatan sevgisi ortak paydasında Milliyetçi Hareketin ilerleyişine katılmaya davet ediyorum. Kaybedilecek zaman artık kalmamıştır. Yarından itibaren, milletimizle kucaklaşma başlamalıdır. Yarından itibaren milletimizin gönlünü kazanma çalışmaları başlamalıdır.
Ben büyük bir inanç ve heyecan ile milli bir çağrıda bulunmak istiyorum, bu aziz vatanı ve bu büyük milleti samimi duygularla sevenlerin yeri, Milliyetçi Hareket’in saflarıdır. Bu mücadelede bizimle olacak herkesi Milliyetçi Hareketin çatısı altında toplanmaya davet ediyorum. Kırk uzun yılın herhangi bir anında bulunan bütün dava arkadaşlarımı, bütün ülküdaşlarımı bir kez daha çağırıyorum. Geçmişe değil geleceğe bakıyorum, Türkiye’min bana ihtiyacı var, oyalanacak vaktim yok diyenlere Milliyetçi Hareket’in kapısı sonuna kadar açıktır."

-"İŞ BİRLİKÇİ MEDYA GÜCÜMÜZ YOK"-
MHP’nin yanlış yollara girildiğine dair bütün uyarılarının doğru çıktığını üzülerek gördüklerini ifade eden Bahçeli, haklı olduklarının millete de anlatılması gerektiğini söyledi. Bahçeli, şöyle devam etti:
"Hak ettiğimizi de milletten istemek gerekmektedir. Bizim iş birlikçi medya gücümüz yoktur. Para babalarımız, karanlık ilişkilerimiz yoktur. Uluslararası destekçilerimiz yoktur. Sizler, inancınızı mukaddesatımızdan alıyorsunuz. Çok şükür, arkamızda yolsuzlukların lekesi yoktur. İnanç istismarlarının, zekat dolandırıcılarının şaibesi de yoktur. Alnımız açık, yüzümüz pak, mazimiz tertemizdir. Hepiniz çoluk çocuğunuzun rızkından keserek siyaset yapıyorsunuz. Çok konuşarak üstünü örteceğimiz yalanlarımız da yoktur. Kimseden sakladığımız, kapatacağımız ahlaksızlıklarımız da yoktur. Vicdanımız, ruhumuz ve yüreğimiz tertemizdir. Nasıl görünüyorsak öyle oluruz, ne biliyorsak onu söyleriz. Biz kırk yıl önce yola, Hakka sığınarak çıktık. Çok şükür ki, namusumuzla ve şerefimizle bugünlere ulaştık. Biz kırk yıldır meydandayız. Kırk yıldır salonlardayız. Varsın, başkaları gibi harcayacak milyarlarımız olmasın. Varsın bize kucak açacak medyamız olmasın. Ve Allah muhafaza, bunları kullanacak karakterimiz de bulunmasın, ne gam, ne tasa... Bizim, yüreğimizde Allah inancı, arkamızda şehitlerin duası, yanımızda milletimiz, gönlümüzde vatan sevgisi, elimizde üç hilal, önümüzde ise dava arkadaşlarımız var."

-"YARINDAN İTİBAREN MİLLETİMİZLE KUCAKLAŞMA BAŞLATINIZ"-
Bahçeli, Türkiye’yi 2023’te lider ülke, 2053’te süper güç yapacaklarını söyledi. Partililerden, millete yaklaşan tehlikeler ile AK Parti zihniyetinin gerçek niyetini anlatmalarını isteyen Bahçeli, "Ayak basmadık yer, ocak, ulaşmadık gönül bırakmayınız. Kaybedilecek zaman artık kalmamıştır. Yarından itibaren, milletimizle kucaklaşma başlatınız" dedi.
Milletin, MHP’yi iktidara taşıyacağına inandığını kaydeden Bahçeli, bu yolculuğun "Türkün yüzyıla damgasını vuracağı günlere doğru başlatılan bir yürüyüşün, vatanına, insanına, toprağına, havasına, suyuna, dününe, bugününe ve geleceğine sahip çıkanların yürüyüşünün adı" olduğunu söyledi. Devlet Bahçeli, "Ben bu ülkülere ulaşmak için yola çıkıyorum. Sizlerin de bu yolculukta beni yalnız bırakmayacağınızı biliyorum" dedi.
Konuşmasının sonunda salondakilere "Bayrağı dalgalandıracak nefesler, Türklüğü ayağa kaldıracak eller, vatanın makus talihini yenecek inanç, açı tok, esiri hür, işsizi işli, aşsızı aşlı yapacaklar, sömürüye, istismara, alçaklığa dur diyecekler, yeter diyecek, elinin tersiyle itecek, yumruğunu masaya vuracaklar nerede?" diye soran Bahçeli, salondakilerin "burada" diye karşılık vermesi üzerine de "İşte gerçek bu, gayrısı yalan. İşte doğru bu, gerisi sanal. Evet, iftiharla söylüyorum ki burada, bu salonda. Zulme eş başkanlık edenler, zalime dost, mazluma düşman olanlar kulağınız burada olsun. Bir umut, bir ışık, bir kılavuz arayanlar, ümidiniz burada olsun" dedi.

PARTİMİZE SIZAMADILAR
MHP’nin 9’ncu Olağan Büyük Kurultayı’nda bin 171 delegenin oyuyla yeniden genel başkanlığa seçilen Devlet Bahçeli, delegelere teşekkür etti. Bahçeli, "Partimize yönelik sızma teşebbüsleri, milliyetçi ve ülkücülerin kararlı duruşları karşısında hüsranla sonuçlanmıştır" dedi.
Bahçeli, yeniden genel başkan seçilmesinin ardından yaptığı konuşmada Kurultay’ın arzu ettikleri şekilde ve MHP’nin ‘vakar’ına uygun şekilde gerçekleştiğini, dostluğun, kardeşliğin, kucaklaşmanın en güzel örneklerinin Kurultay salonunda verildiğini söyledi. Bahçeli, delegelere ve partililere "9. Büyük Kurultayımız, Türkiye’nin milli varlığının ağır tehdit altında olduğu, etnik bölücülüğün çok ciddi bir beka sorunu haline geldiği nazik ve kritik bir dönemde yapılmıştır. Bu bakımdan Büyük Kurultayımızın isminin ve ana temasının ‘Sonsuza Kadar Var Ol Türkiye’ olarak belirlenmesi bir tesadüf değildir ve bu klişe bir slogan ve simge de değildir. Bugünkü ortam ve şartlarda Milliyetçi Hareketin önündeki en önemli tarihi görev, bin yıllık kardeşliğimizin hain saldırılara karşı korunması ve yaşatılmasıdır. Bu kongre ile yüksek iradenin temsilcisi olan sizler, demokratik tercihlerinizi yaptınız. Partimizi iktidara taşıyacak olan yeni bir süreci de başlatmış oldunuz" diye seslendi.


-"PARTİMİZE SIZMA TEŞEBBÜSLERİ HÜSRANLA SONUÇLANDI"-

Delegelerin ve partililerin büyük bir demokratik olgunluk içinde ve milliyetçi hareketin ahlakına uygun bir şekilde davrandığını ifade eden Bahçeli, MHP üzerinde uzun süredir önünü kesmeye yönelik gizli ve açık çalışmaların devam ettiğini söyledi.
Bahçeli,"Partimizin muhtemel bir başarısızlığını umarak nemalanmak isteyen odaklar, sistematik bir kampanya ile aziz milletimizin aklını karıştırmayı hedeflemişlerdi. Toplantılar, yemekler, törenler, mektuplar, makaleler, haberler, ekranlar ile Milliyetçi Hareket Partisi içine nifak sokmaya çalışmışlardı. Bugün aldığınız kararlar ve gösterdiğiniz duruşla, davamıza yönelik karalama ve karartma kampanyalarına karşı hak ettiği cevabı vermiş oldunuz. Partimize yönelik sızma teşebbüsleri, milliyetçi ve ülkücülerin kararlı duruşları karşısında hüsranla sonuçlanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin sahibi Milliyetçi Hareket Partisi mensuplarıdır. Partimizin karar ve yönetim kadrolarına seçme veya seçilme iradesi ve hakkı yalnızca sizindir. Bu hakkın gaspına yönelik küresel senaryoları ve yerli aktörlerini çelikten iradenizi göstererek reddettiniz. Meşruiyet dışındaki bir girişimin Milliyetçi Hareket Partisinde sonuç almasının asla mümkün olamayacağını ilan ettiniz. Bu kararınızla, MHP’siz Türkiye heveslerini boşa çıkardınız"diye konuştu.
Teşekkür konuşmasında parti programı ve tüzüğünde yapılan değişikliklere de değinen Bahçeli, yapılan değişikliklerin önümüzdeki on yıllar içinde karşılarına çıkacak bütün gelişmelere cevap vereceğini belirtti. Bahçeli, "Bu kapsamda, yakın gelecekte, devlet ve millet hayatı açısından çok ağır sorunları yaşayacağımız ortadadır.Bu sorunların çözümü için milliyetçilik ideolojisinin vizyonu ile bakılan kapsamlı, tahlilci, bilime dayalı ve köklü çözüm yollarına ihtiyacımız vardır. Bu nedenle önümüzdeki dönem için siyaseten yapılması gerekenleri projelendiren arkadaşlarımızın yardımlarına açığız. Tekliflerini ve desteklerini mutlaka bekliyoruz"dedi.


-MİLLİYETÇİLERE ÇAĞRI-

Bahçeli konuşmasında, Bu kutlu davayı yeni tanıyan, fikirlerimizde sıcaklık duyan, kendi geleceğine sahip çıkmak isteyen bütün vatandaşlarımı üç hilalde buluşmaya davet ediyorum. Sizleri ‘lider ülke Türkiye’ doğrultusunda verilecek onurlu mücadelede yol ve kader arkadaşlığına çağırıyorum. Bizlere arkadaşlık yapacak vatanseverleri Milliyetçi Hareketin bayrağı altında toplanmaya bekliyorum. Geliniz, aramıza katılınız ve kardeşlerinizle kucaklaşınız"sözleriyle de çağrıda bulundu. MHP’nin önümüzdeki günlerde yurt çapında ‘Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat’ mitingleri düzenleyeceğini hatırlatan Bahçeli, partililere her eve ulaşmaları, onların sevgi ve gönüllerini kazanmaları talimatı verdi. (anka)
-NOTLAR-
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşması 2 saat sürdü. Bahçeli’nin konuşması sırasında salonda bulunan bir kişi aşırı kalabalık ve sıcak nedeniyle baygınlık geçirdi. Salonda bulunan bir doktorun ilk müdahalesini yaptığı kişi daha sonra dışarı çıkarıldı.
Bahçeli’nin konuşması sırasında sık sık "Şehitler ölmez, vatan bölünmez", "Devletin başına devlet gelecek", "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganları atıldı.
Konuşmanın sonunda ise Bahçeli’nin "Ne mutlu Türküm diyene" sözlerine bütün salon tek bir ağızdan eşlik etti. Delegeler ve partililer, Bahçeli’nin konuşmasının son bölümlerini ayakta dinledi.
Kurultayı bazı siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de izledi. (aa)

7 Kasım 2009 Cumartesi

AB bize niye para versin? (10-05-2007)

AB bize niye para versin?

Rize`nin İkizdere ilçesi Şimşirli köyünde AB hibe fonlarından yararlanılarak yapılmak istenen ve ön elemeden geçen 350 bin euro tutarındaki kanalizasyon şebekesi ve arıtma tesisi projesi, köylülerin, ``AB bize niye bedava para versin. Bunun altında bir şey var`` düşüncesi nedeniyle hayata geçirilemedi.


İkizdere Kaymakamı Emre Çınar, kaymakamlık olarak AB hibe fonlarından yararlanılarak ilçenin Şimşirli köyüne kanalizasyon şebekesi ve arıtma tesisi yapmayı düşündüklerini, bu amaçla bir proje hazırlayıp ilgili makamlara sunduklarını belirtti.

Hazırladıkları projenin ön elemeden geçtiğini ifade eden Çınar, ``İlçeden hazırlanıp verilen 10 projeden sadece bu proje ön elemeden geçmişti. 350 bin euro tutarındaki proje ile Şimşirli köyüne sağlıklı bir kanalizasyon şebekesi ve arıtma tesisi yapılacaktı. 350 bin euronun yüzde 90`ı AB fonlarından hibe olarak karşılanacak, geri kalan kısmını ise biz karşılayacaktık`` dedi.

Projenin ön elemeden geçmesinden sonra ikinci aşama için hazırlık yapmaya başladıklarını ifade eden Kaymakam Çınar, şunları söyledi:

``Bu kapsamda arıtma tesisinin köyde yapılacağı yerle ilgili araştırma yapmaya başladık. 367 nüfusu olan köy için 367 metrekarelik arazi gerekiyordu. Bunun yapılacağı yeri tespit ettik. Ancak bu sırada köyün 3 mahallesinden birinin sakinleri, `Biz AB parasını istemiyoruz` gibi gerekçelerle projeye karşı çıktılar. Bunun üzerine biz de projeyi diğer iki mahallede yapmaya karar verdik. Ancak bu sefer de arıtma tesisini yapmayı düşündüğümüz arazinin sahiplerinden biri, arazisini vermek istemedi. Bütün ikna girişimlerimize rağmen bir sonuç alamadık. Bölge engebeli arazi yapısına sahip olduğu için tesisi her yerde kurmak mümkün değil. Bu nedenle yapmayı düşündüğümüz projeden vazgeçmek zorunda kaldık.``

Çınar, vazgeçilen proje ile köyün önemli bir fırsatı kaçırdığını vurgulayarak, ``Böyle bir fırsat her zaman yakalanmaz. Şimşirli köyü oldukça güzel bir proje kazanacaktı. Ancak maalesef gereksiz nedenlerden dolayı gerçekleşemedi`` diye konuştu.

KÖY MUHTARI ŞİMŞEK

Şimşirli köyü Muhtarı Necmi Şimşek ise köylerinde yapılması düşünülen kanalizasyon şebekesi ve arıtma projesi konusunda köylüler arasında görüş birliği sağlanamadığını söyledi.

Yıllardır köylerine kanalizasyon şebekesi kurulmasını beklediklerini ifade eden Şimşek, ``İl özel idaresinin imkanları ile acil ihtiyacımız olan pis su arıtma tesisini yaptıramadık. Yıllardır beklediğimiz tesis, kaymakamlık öncülüğünde hazırlanan proje ile gerçekleşecek, böylece çevreye hiçbir zararı olmayan bir tesis kurulacaktı`` dedi.

AB hibe fonlarından yararlanılarak yapılacak projenin ön elemeden geçmesinden sonra köyde tesisin yapılacağı bir yer arandığını kaydeden Şimşek, şunları kaydetti:

``Biz köyde tesis için yer ararken köylülerin arasında işe siyaset karıştıranlar, bu işi kendi siyasi emellerine alet edenler oldu. Böyle olunca da köyde birliği sağlayamadık. Köylüler, `AB bize niye bedava, hibe para veriyor, AB para vermesin, bunun altında Avrupa emperyalizmi yatıyor, il özel idaresi bu tesisi yapsın` şeklinde görüşler ortaya çıkmaya başladı. Bu nedenle de proje hayata geçirilemedi. Proje ile köyümüz modern bir köy olacaktı, yazık oldu.``

A.A.

20 Ekim 2009 Salı

THUNDER THUNDER THUNDER CATS


Izmir Barosu avukatlarından Tarcan Ülük, kısa adı ER Parti olan Ergenekon Partisi'ni kurmak için çalışmalara başladıklarını bildirdi.



Ülük, düzenlediği basın toplantısında partinin çalışmaları hakkında bilgi verdi.
"Ergenekon, ’Ne mutlu Türk’üm’ diyen herkesin övünç duyduğu değerler manzumesinin simge adıdır" diyen Ülük, partinin kuruluş işlemlerini 29 Ekim’e yetiştirmeyi hedeflediklerini söyledi.

Kuracakları partinin diğer partilerden temel farklılıkları bulunduğunu anlatan Ülük, "ER Parti’nin manevi lideri Mustafa Kemal Atatürk olarak kabul edilmiştir. ER parti bu nedenle lidere dayanan bir parti olmayacaktır. Zira bir lidere ihtiyaç duymamaktadır. Manevi liderin izinden gidecek kadrolara ihtiyaç duymaktadır sadece" dedi.
Ülük, ER Parti logosunun neslinin tükendiği sanılan yeniden Anadolu’da görülen özgürlüğü simgeleyen "Anadolu Parsı" olarak belirlendiğini bildirdi.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Cem Uzan en pahalı şaraplarla veda partisi yapmış

Cem Uzan'ın, Fransa'ya kaçmadan önce 9 Ağustos Pazar günü evinde arkadaşlarına bir parti verdiği ve “Bu şaraplar bitinceye kadar içeceğiz” dediği öğrenildi


Fransa’dan siyasi sığınma talep eden Cem Uzan’ın, yurtdışına kaçış planını en yakınlarından bile sakladığı, kaçmadan önce evinde bol bol şarap içilen bir ‘veda partisi’ düzenlediği ortaya çıktı.
Ağustos ayı sonunda “Antalya’ya tatile gidiyorum” diyerek oturduğu Sazak Villaları’ndan ayrılan ve bir daha görülemeyen Cem Uzan’ın Fransa’ya kaçtığı, avukatının açıklamasıyla anlaşıldı. Edinilen bilgilere göre Cem Uzan, 9 Ağustos Pazar günü, kaçmadan önce arkadaşlarına veda partisi verdi. İmar Bankası yolsuzluğundan sonra ev ve işyerlerinde yapılan baskınlarda ele geçen ve şişesi 2 bin 500 dolardan başlayan Petrus şaraplarına düşkünlüğü ile tanınan Uzan o gün, kaçma planından haberdar olmayan arkadaşlarına pahalı şaraplar ikram etti.

Pazar aile günü
Pazar günlerini genellikle aile üyeleri ve lise arkadaşlarıyla evde geçiren Cem Uzan, davetliler ve eşlerine şarap ikram ederken, “Bu şaraplar bu gece bitmeden ayrılmak yok” dedi. Veda partisinde olduklarını bilmeyen akradaşları, Sazak Villaları’ndaki evden ayrıldıktan sonra Cem Uzan da Fransa’ya kaçış planını başlattı.
Cem Uzan sessiz sedasız yaptığı kaçış planını yıllardır beraber çalıştığı kişilerden de sakladı. Genç Parti’de genel başkan yardımcılığı yapan Emin Şirin, Cem Uzan’ın 9 Ağustos’ta yaptığı ev partisinde olmadığını belirtti. Şirin şöyle dedi: “Pazarları genellikle Cem Uzan aile günüdür. O gün aile üyeleri ve lise arkadaşları ile bir araya gelir. Biz de birçok kez şarap içtik.”

‘Buluşacaktık’
Cem Uzan ile ağustos ayı sonunda görüştüğünü belirten Şirin, o zaman kaçma gibi bir düşüncesi olmadığını tersine, eylülde görüşmek üzere sözleştiklerini söyledi. Şirin, Uzan ile son görüşmesini şöyle anlattı:
“Cem Uzan’ın yurtdışına çıkma gibi bir düşüncesi olduğuna tanık olmadım. Ben Cem Uzan ile en son 25 Ağustos günü gö-rüştüm. Antalya’ya tatile gidiyordu, ben Kuşadası’na gidiyordum. 7 Eylül’de görüşmek üzere sözleştik. Ben Ergenekon davası için İstanbul’da olacaktım. Bana ‘Davadan erken çıkarsan görüşürüz’ dedi. Genellikle ben aramazdım o beni arardı. Ancak o gün aramayınca şoförünü aradım. ‘Tatili biraz uzadı hala Antalya’da dönmedi’ dedi. Ben de çıkan haberler üzerine merak etmeye başladım. Sığınma talebine ben de şaşırdım.”

Koruma aracılık etti
Cem Uzan kaçış planını uyguladığı dönemde üçüncü kişilerle irtibatını yakın koruması ve kuryesi T.B aracılığıyla sağladı. 2002 seçimlerinde GP İstanbul milletvekili adayı da olan T.B, Cem Uzan’ın ev, yat, uçak koordinatörlüğü ile özel kurye olarak belge götürüp getirme işlerine bakıyordu. T.B, Cem Uzan kaçış planı sürecinde cep telefonundan arayanlara, “Cem Bey Antalya’da” ya da “Tatili uzadı” cevabı verdi. T.B İmar Bankası davasında da yargılanıyor.
Öte yandan Cem Uzan’ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Ankara’ya karşı ifade özgürlüğü ve adil yargılanma davası açtığı öğrenildi. Uzan’ın başvurusunda 2003’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ı eleştiren konuşması nedeniyle mahkum edilmesinin AİHM’in ifade özgürlüğü ve adil yargılanmayla ilgili maddelerine aykırı olduğunu savunduğu belirtiliyor.


Kız kardeşi ve annesinden de haber alınamıyor

Telsim kontörlerini evinin havuzunda sakladığı için emniyeti suistimalden 3.5 yıl, orman arazisi işgali nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılan Cem Uzan, kendisi ve ailesi için Fransa’dan siyasi sığınma hakkı isterken, annesi ve kız kardeşinden de haber alınamıyor. İmar Bankası davasından yargılanan anne Melahat Uzan ile Cem Uzan’ın kız kardeşi Ayşegül Uzan ile eşi Müştak Ayvaz’ın da Türkiye’de olmadığı, aynı davada yargılanan akbarası H.P ve özel kuryesi T.B’nin de yurtdışına çıkış hazırlığında olduğu iddia ediliyor.
Kaçıran birim muamması
Dün, Vatan gazetesinde yer alan habere göre Cem Uzan’ı, Türkiye’den ‘Special Human Rescue Task Force’ (Shrtf) adındaki özel bir birimin kaçırdığı, konusunda uzman uluslararası deneyime sahip, daha önce CIA ve FBI’da çalışmış ajanlardan kurulu bu birimin Fransa’da da Cem Uzan’ı korumaya devam ettiği belirtildi.

Uzan Savcısı isyanda
İmar Bankası yolsuzluğu sonrası yaptığı operasyonlarla “Uzan Savcısı” diye ünlenen emekli Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit Ceylan, “Benim telefonlarımı yasadışı olarak dinleyen devletin kurumları, Cem Uzan gibi çete, zimmet ve yolsuzluktan yargı4lanan birisini neden takip etmez?” dedi. Cem Uzan ve ailesi hakkında İstanbul 8.Ağır Ceza Mahkemesi’nde İmar Bankası yolsuzluğu, 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde de çete davasını açtığını belirten Ceylan, Cem Uzan’ın Şişli’de de kara para aklama davasının olduğunu hatırlattı. İsviçre’de bulunan 200 milyon doları alma umudu kalmayan Cem Uzan’ın kaçışının kendisi için sürpriz olmadığını belirten Ceylan, “Devlet beni yasadışı olarak dinleyip, menfaat sağladığımı iddia ediyor ama Cem Uzan gibi birisini takip etmiyor” dedi.


Türkiye’yi iade istemeye mi tahrik ediyor?

Fransa Dışişleri Bakanlığı, Cem Uzan’ın Fransa’dan iltica talebinde bulunduğunu resmen doğruladı; iltica statüsünün kabul edildiği iddiasını ise yalanladı. Fransa Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Bernard Valero, günlük basın toplantısında, bir soru üzerine Cem Uzan’n iltica isteğini teyit ederek “Talep normal koşullar altında OFPRA (Fransa Mülteci ve Vatansızları Koruma Ofisi) tarafından inceleniyor” dedi. Valero, başvurunun yeri ve tarihi hakkında bilgisinin olmadığını da söyledi, “Eylül içinde olması mümkün” diye konuştu. İltica başvurusunu inceleyen OFPRA’nın bir yetkilisi ise eskiye oranla iltica süreçlerinin Fransa’da hızlandığı, başvurulara verilen yanıt olumluysa, bunların 3-4 ay içinde sonuçlandığını, olumsuzsa “İltica Hakkı Ulusal Mahkemesi” nezdinde itiraz olabileceğini, bunun da 2 yıl alabileceğini kaydetti.

‘Açıklaması şaşırtıcı’
Türk diplomatik kaynakları, Türk vatandaşlarının Fransa’ya her iltica ettiğinde, bu bilgiye erişimde zorlandıklarını, Uzan’ın kendiliğinden açıklama yapmasının şaşırtıcı olduğunu ifade ettiler.
Üzerinde durulan husus normal koşullarda, Uzan’ın avukatının açıklama yapmasının müvekkili lehine bir durum olmadığı. Çünkü böylece Fransız topraklarında bulunduğuna dair kesin kanıt ortaya konulmuş oldu. İltica talebi reddedildiği takdirde Türk makamları kendisine isnat edilen suçlardan ötürü Türkiye’ye iadesini isteyecek.

Savcılık inceleme başlattı
Cem Uzan’ın avukatı Şaylan Çığgın’ın müvekkilinin Fransa’ya sığındığı yönünde yaptığı açıklama üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı inceleme başlattı. Başsavcılık, inceleme sonunda, Uzan hakkında kanuni gereğin yapılacağını bildirdi. TMSF, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak yurtdışına kaçtığı yönünde haberler çıkan Cem Uzan hakkında, zorla getirilme ve gıyabi tutuklama kararı çıkarılması talebinde bulunmuştu. Mahkeme, 4 Mart 2009’da yurtdışına çıkış yasağı konulan Uzan için gıyabi tevkif talebini reddetmişti.

TMSF hazırlık yapıyor
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), Fransa’dan siyasi sığınma hakkı talep eden Cem Uzan hakkında uluslararası arama içeren “kırmızı bülten” çıkarılması için çalışma başlattı. Uzan’ için gıyabi tevkif talebinden sonuç alamayan TMSF avukatları, karara 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nde itiraz etti. Avukatlar, tutuklama kararı çıkar çıkmaz Interpol’e başvurarak kırmızı bülten çıkartılmasını sağlayacak.(Milliyet)

19 Eylül 2009 Cumartesi

60 kişiyi öldürüp serbest kaldılar

İzmir'in Seferihisar İlçesi açıklarında 2 yıl önce 60 kaçağın ölümüyle sonuçlanan faciada tutuklu kalmadı.

18 Eylül 2009 Cuma





İZMİR- Haklarında 32'yer yıl hapis cezası istenen, aralarında bu işi organize eden bakkal M.A.'nın da bulunduğu 20 sanığın yargılandığı dünkü duruşmada, 7 kişi daha tahliye olunca tutuklu sanık kalmadı. 4 sanık ise daha önceki duruşmalarda tahliye olmuştu.

Hürriyet'in haberine göre, iki yıl önce, yasadışı yollardan Seferihisar'ın Sığacık sahilinden Yunan adalarına geçmek için açılan Filistin, Etiyopya, Mısır ve Suriye uyruklu kaçakların bulunduğu 15 metrelik tekne, dalgalara yenik düşerek alabora oldu. Toplam sayıları 85 olduğu sanılan kaçaklardan 6'sı kurtarılırken, 1'i Türk 50'sin kimliği bellirlenen 60 kişinin cesedine ulaşıldı. Cesedi bulunanlardan birinin sol kolundaki ‘Canım Anam Nur’ yazılı dövmeden, 17 ayrı suçtan sabıkalı Hüseyin Güzelcan (34) olduğu saptandı. Hüseyin Güzelcan'ın tekneyi kullanan kişi olduğu anlaşıldı.

11 KİŞİ TUTUKLANDI

Güzelcan'ın telefon görüşmelerinin deşifre edilmesiyle derinleştirilen soruşturmanın ardından ‘Söğüt’ adı verilen operasyon için düğmeye basıldı. Çok sayıda ekibin katıldığı, Basmane ve Kadifekale semtlerinde önceden belirlenen adreslere yapılan eş zamanlı baskınlarda, 20 kişi yakalandı. Organizatörlüğün liderliğini yapan, Basmane Semtinde gıda firması sahibi M.A. (42), yardımcıları M.G. (40), A.M.B. (27), firmasının ortakları H.A. (37), M.O. (26), otel görevlisi M.D. (28) ile Filistin uyruklu A.M.H.A (38), kaçakların nakli sırasında şoförlük yapan C.Y. (41), S.K. (41), R.B. (30) ve A.Ş.'de (36) tutuklanırken, 9 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

ŞİFRELİ KONUŞMALAR

Olayı soruşturan Cumhuriyet Savcısı, 11'i tutuklu 20 sanık hakkında ‘Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, örgütlü olarak göçmen kaçakçılığı yapma, taksirle öldürme’ suçlarından 32'şer yıl hapis cezası istemiyle dava açtı. Savcı, hazırladığı iddianamede sanıkların birbirleriyle yaptıkları telefon görüşmelerine de yer verdi. Telefon görüşmelerinde facia sonrası M.G. ve A.M.B.'nin kaçakların neredeyse tamamının öldüğünü konuştukları yer aldı. İddianamede, kaçakların yurt dışına çıkması karşılığında değişik miktarlarda paranın Suriyeli Reşit adlı kişi aracılığıyla Yemeni kod adlı M.A.'ya, Yunanistan'a ulaştıktan sonra organizatörlere paylaştırılmak üzere teslim edildiği, M.A'ın İzmir Bölgesi'nde meydan gelen göçmen kaçakçılığı olaylarının çoğunluğunda organizatörlerin kasası olarak görev yaptığı kaydedildi. Suriyeli Reşit, olarak belirtilen kişinin M.A'nın yanında çalışan işçi H.A. olduğu ve bu kişinin göçmenleri otelde topladığı belirtildi. Ayrıca, faciadan sağ olarak kurtulanların, yakalanan zanlıları teşhis ettiklerine yer verildi.

TIKA BASA DOLDURDULAR

Olaydan sağ olarak kurtulan Filistin uyruklu Halid Muhammed Nuriddin de emniyetteki ifadesinde olayı “Tarihten üç ay kadar önce Filistin'den yük gemisi ile önce Libya'ya gittim. Burada iki ay çalıştım. Tanıştığım bir kişi 1000 dolar karşılığında İtalya'ya gitmek için anlaştık. Gemi ile İtalya'ya gitmek için yola çıktım. Beni İtalya yerine İzmir'e indirdiler. Basmane semtinde bir otelde diğer göçmenlerle birlikte kaldım. Olay, günü bizi kapalı kasa bir kamyona tıka basa doldurdular. İki saatlik bir yolculuktan sonra indik. Kayalık bir tepeyi aştıktan sonra, kıyıda bekledik. 15 -20 metre boyunda üzerinde Türk bayrağı olan kırık dökük bir tekne geldi. Türk olan kaptan tekneyi bir saate yakın karaya paralel yol aldıktan sonra denize açıldık. Bu sırada büyük dalgalar geldi. Tekne yan yattı. Ben şambrele tutundum, tekne sabaha karşı battı. Denizde gün boyu akıntıya karşı yüzüp karaya çıktım. Bitkin bir halde beni buldular. Sanıklardan şikayetçiyim” sözleriyle anlattı.

7 TAHLİYE

Ağır Ceza Mahkemesi'nde dün yapılan yargılamada elebaşı olduğu iddia edilen M.A. ile H.A., çelişkili ifade verirken, diğer sanıklar ise suçlamaları kabul etti. Kurtulan kaçaklardan 3'ü elebaşı olan M.A'yı teşhis etti. Mülteciler, olay günü Basmane'de bulunan bir otelde toplandıklarını, minibüs, otomobil ve tenteli kamyona bindirip sahile götürdüklerini, burada gece saat 00.30 sıralarında tekneye bindirilip, dümen de bir Türk'e verilerek denize açıldıklarını söyledi. Mülteciler, ifadelerinde “1.5 saat sonra tekneyi kullanan Türk denize atladı. Dümene içimizden acemi biri geçti. Bir saat kadar bu şekilde azgın sularda gittik. Dalgalar git gide arttı. Tekne alabora oldu. Herkes denize döküldü” dedi.

Yapılan yargılama sırasında uzun süredir tutuklu bulunan 7 sanık da tahliye edildi. Diğer 4 tutuklmu sanık da daha önceki duruşmalarda tahliye edildiğinden davada hiç tutuklu sanık kalmadı. Mahkeme heyeti, sanıkların eylemiyle ölüm olayı arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu'na yazılan yazının beklenmesi için duruşmayı erteledi. Mağdurların avukatları, duruşma sonrası “Ölenler öldüğüyle kaldı” diye tepki gösterdi.

28 Ağustos 2009 Cuma

nerde kaldı oğlum bu kaşar peyniri?"

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Bahçeli'den Erdoğan'a: Hezeyan bataklığında çırpınan bir ruh hali

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye'nin "hayati bir kavşak noktasına geldiği" görüşünü savunarak, "Herkes ve her kurum şimdi tarih ve millet önünde sorumluluklarıyla baş başadır" ifadesini kullandı




Bahçeli, yaptığı basın açıklamasında şunları kaydetti:
"Başbakan Erdoğan’ın, Milliyetçi Hareket’i hedef alan seviyesiz beyanları ve ahlak dışı saldırıları, hezeyan bataklığında çırpınan bir ruh halinin yansımalarıdır. Etnik bölücülük konusundaki siyasi sicili ve eğilimleri çok iyi bilinen Başbakan ve hükümeti Türkiye’yi ayrıştırma ve bölme projelerini İmralı, Kandil ve Barzani’nin desteğiyle hayata geçirmek için çıktığı gaflet ve ihanet yolculuğunda suçüstü yakalanmış, gerçek niyetler açığa çıkmaya başlamıştır.
Başbakan’ın siyasi proje olarak sahip çıktığı ve topluma mal etmeye çalıştığı bu sürecin etnik bölücülerin taleplerini taksit taksit karşılama amacına yönelik olduğu gün gibi ortadadır.
Barış ve kardeşlik projesi gibi sahte etiketler bu gerçeği saklayamamaktadır. Bu projenin ABD’nin stratejik hesaplarının bir gereği olduğu ABD yetkilileri ile Barzani ve Talabani’nin beyanlarıyla sabittir."
Bahçeli, "Bu gerçekler karşısında milli vicdanın meşru endişe ve hassasiyetlerini dile getiren MHP’ye çok ağır sözlerle saldırıda bulunan Başbakan aslında siyasi meşrebinin gereğini yapmaktadır" ifadesini kullandığı açıklamasında, şu görüşlere yer verdi:
"Namus ve şeref gibi ulvi kavramlar yakışmayan ağızlarda değerini kaybeder. Haddini aşarak altından kalkamayacağı sözler söyleyen ve çukurda siyaset yapan Başbakan Erdoğan’a bu gerçeği hatırlatırız.
İmralı canisi ile kuryeler aracılığıyla görüşme ve pazarlık sürecini başlatmaya çalışan Başbakan, MHP’ye yalan ve iftiralarla saldırarak bunun tarihi vebalinden kurtulamayacağını ve vicdanını temizleyemeyeceğini çok iyi bilmelidir.
2002 yılında MHP’nin tek başına karşı çıkmasına rağmen idam cezasının hangi siyasi partilerin ittifakıyla kaldırıldığı Meclis tutanaklarında kayıtlıdır. AKP Genel Başkanı olarak kendisinin de terörist başını kurtarmak için idam cezasının kaldırılması seferberliğine öncülük ettiği de hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Başbakan’a tavsiyemiz bugün partisine mensup milletvekillerinin Meclis’te hangi yönde oy kullandığını ve kendisinin bu konuda neler söylediğini hatırlamak için tutanaklara ve gazete arşivlerine bakmasıdır."

MGK TOPLANTISI
Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) son toplantısında yapılan açıklama hakkındaki görüşlerinin bütün açıklığıyla milletle paylaşıldığını ifade eden Bahçeli, MHP’nin bu görüşlerin bütünüyle arkasında durduğunu ifade etti.
Bahçeli, şunları kaydetti:
"Bu konuda Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklama hakkında söyleyeceğimiz şudur; terör örgütünün ve etnik bölücülüğün taleplerini karşılayacak bir sürece girilmesini Türkiye Cumhuriyeti devletine yakıştıranların, Anayasal görev ve sorumlulukları hakkındaki beyanlarımızı yakışıksız bulmalarının aslında fazla yadırganacak bir yönü bulunmamaktadır.
Türkiye hayati bir kavşak noktasına gelmiştir. Hükümetin terörle mücadele iradesi ve siyasetinde çok vahim bir sapma ve kayma yaşandığı, bölücü emellerin şekillendirdiği bir teslimiyet sürecinin başlatılmasının amaçlandığı görülmektedir.
Herkes ve her kurum şimdi tarih ve millet önünde sorumluluklarıyla baş başadır.
MHP, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne sözde değil özde sahip çıkmaya ve Türkiye’nin milli birliğini ve kardeşliğini bedeli ne olursa olsun sonuna kadar korumaya azimli ve kararlıdır. Nihai hükmü elbette tarih ve büyük Türk milleti verecektir." (aa)

12 Ağustos 2009 Çarşamba

DTP'den Erdoğan'a çağrı

DTP Genel Başkan Yardımcısı Ayna: Başbakan bugün DTP ile görüşüyorsa, Türkiye'nin en önemli sorunuyla ilgili CHP ve MHP ile de görüşmeli. Onları da buna dahil etmeli



VAN - DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, "Başbakan bugün DTP ile görüşüyorsa, Türkiye’nin en önemli sorunu ile ilgili CHP ve MHP ile de görüşmelidir. Onları da buna dahil etmelidir" dedi.
Emine Ayna, Cumhuriyet Caddesi’nde DTP İl binasının önünde düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin demokratikleşmediği sürece, Kürt sorununun da çözülemeyeceğini savundu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın demokratik açılım çalışmaları kapsamında DTP ile görüştüğünü hatırlatan Ayna, şunları kaydetti:
"Buradan CHP ve MHP’ye seslenmek istiyorum. Haklı oldukları noktalar var. Başbakan bugün DTP ile görüşüyorsa, Türkiye’nin en önemli sorunu ile ilgili CHP ve MHP ile de görüşmelidir. Onları da buna dahil etmelidir. Bu sorun sadece AK Parti ile çözülecek bir sorun değildir. Neden dahil etmiyor? Bunu iyi görmek lazım. Bir sorunu çözmek istiyorsanız, bütün siyasi partilerle oturup tartışarak ortak yolu bulmalısınız. Türkiye 1999 yılında çok önemli bir eşiği MHP ile aştı. İdam cezasını MHP ile aştı. MHP ile CHP’ye sesleniyorum. AK Parti’nin, çözmeme oyunu varsa bu oyuna gelmeyin. Yarın çıkıp (ben çözmek istiyordum, ama CHP ve MHP engelledi) demesine fırsat vermeyin."
Samimi olarak atılacak her adıma destek olacaklarını ifade eden Ayna, "CHP ve MHP’ye sesleniyorum; Türkiye’nin en önemli sorunu, siyaset üstü düşünülmelidir. Bir oyun varsa, CHP ve MHP bu oyuna alet olmasınlar" dedi.
Mitinge katılan grup, Ayna’nın konuşmasının ardından dağıldı. (aa)

28 Temmuz 2009 Salı

‘Manşetimiz yalandır’ manşeti

Adlî Tıp Başkanı ‘Savcı olay yerine gitmedi’ dedi. Hürriyet ‘yanlış’ olduğunu bile bile manşet yaptı. Haluk İnce’nin, “Savcı, Karabulut cinayeti mahalline gitmedi” sözü aksi yöndeki tutanağa da yer veren Hürriyet’e manşet oldu. Hürriyet’in kendi kendini yalanlayan manşetindeki fotoğrafta savcının görüntüsünün kapandığını Akşam ortaya çıkardı

Verdiği tartışmalı raporlar üzerine, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından denetlenmesi istenen İstanbul Adlî Tıp Kurumu’nun Başkanı Doç. Dr. Haluk İnce, iki gün önce Hürriyet gazetesine verdiği röportajda Münevver Karabulut cinayetinde, savcının olay yerine gitmediğini ve polisin ilk incelemesini kurallara uymadan yaptığını öne sürdü. Ancak gazete, manşetine, 4 mart tarihli “Olay Yeri İnceleme ve Ölü Muayene” tutanağında savcının olay yerinde inceleme yaptığının yazılı olduğunu da ekledi; dolayısıyla kendi manşetiyle çelişmiş oldu.

İnce’nin Hürriyet’teki iddiaları, dün Akşam gazetesinin ilk sayfadan gördüğü “Savcının resmi kapanmış” başlıklı haberle de yalanlandı. Gazetede çıkan haber ve fotoğrafa göre, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Faruk Erşen Yılmaz, cinayetin işlendiği 3 mart günü saat 20:00 sıralarında Etiler’deki çöp konteynırı başında ilk incelemeyi bizzat yapmıştı.

“Savcı fotoğrafla kapatıldı”
Akşam’ın haberine göre, Hürriyet gazetesi söz konusu fotoğrafta Savcı Yılmaz’ın göründüğü bölümü Münevver’in fotoğrafıyla kapatmıştı. Yine fotoğrafa göre, Adlî Tıp Kurumu Başkanı İnce’nin iddiasının aksine olay yeri inceleme ekiplerinin özel tulumlarını giyip eldiven taktığı görülüyor.
Adlî Tıp Kurumu Başkanı İnce’nin iddiasını yalanlayan bir isim de Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut oldu. Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla denetlenen kurumun ortaya birtakım yalanlar attığını, böylelikle uydurma senaryolarla imajını kurtarmaya çalıştığını iddia eden baba Karabulut, “Olay gecesi çöp konteynırının yanına gittiğimde Cumhuriyet Savcısı Faruk Erşen Yılmaz oradaydı” dedi.
Taraf’a konuşan Süreyya Karabulut, yaptıkları hataların Adlî Tıp Kurumu’nun güvenirliğini sarstığını, şeffaflığını kaybetmesine yol açtığını öne sürdü. Karabulut, tepkisini, “Devlet kurumları kızımın katilini bulamazsa, bu olayın altında ezilecek“ sözüyle dile getirdi.

Sahte kimliği biliyordum
Kırmızı bültenle aranan Münevver’in katil zanlısı Cem Garipoğlu’nun nerede olduğu tartışmaları sürerken, Garipoğlu’nun adına düzenlenmiş sahte kimliğin ortaya çıkması Karabulut Ailesi’ni pek de şoke etmedi. Garipoğlu’nun adına düzenlenmiş kimliğin yanında, bir de sahte pasaporta sahip olduğunu iddia eden baba Karabulut, “Cinayetten sonra Cem adına kimlik ve pasaport düzenlendi. Bunun yanında Cem’in yanında 700 bin dolar nakit para vardı. Ben bunu polislere bildirdim fakat tutanaklara girmedi” dedi.

Adlı Tıp Kurumu Başkanı nasıl atanıyor
Adlî Tıp Kurumu (ATK) Başkanının atanmasında neredeyse tek başına Adalet Bakanı etkili. Çünkü ATK Başkanı ‘Adalet Bakanı’nın inhasıyla müşterek kararname’ ile atanıyor. Yani, kimin ATK Başkanı olacağına Bakan karar veriyor, ancak atamanın resmen gerçekleşebilmesi için, atamayı Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın da imzalaması gerekiyor. Atama kararı Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla (müşterek kararname) Resmî Gazete’de yayımlanıyor. ATK Başkanlarını görevden alma yetkisi de atanma esasındaki gibi Adalet Bakanı’nın yetkisinde. Ancak Bakanın bu işleminin de üçlü kararnameyle yapılması gerekiyor. ATK’nin ihtisas daire başkanları, şube müdürleri, grup başkanları, adli tıp uzmanları, raportörler, mühendisler, psikologlar, biyologlar, kimyagerler ve bunun gibi uzmanlar ise ATK Başkanının teklifi üzerine doğrudan Adalet Bakanı’nca atanıyor. ATK Başkanı dışındaki görevlere ilgili fakülte öğretim üyeleri arasından görevlendirme de yapılabiliyor. ATK Kanunu’na göre, kurum başkanları Adlî Tıp alanında uzman elemanlar veya, üniversitelerin ilgili fakülte öğretim üyeleri ve yardımcıları arasından atanıyor. ATK’daki diğer personel ise ATK Başkanınca atanıyor. Kanunda, ATK Başkanı olabilmek için profesör veya doçent olma koşulu yok. Nitekim, daha önce ismi çok tartışılan Dr. Keramettin Kurt da bu unvanıyla ATK Başkanlığı yapmıştı. Görev süreleri dört yıl olan ATK Başkanları bu süreleri dolduğunda görevlerine aynı usule göre tekrar atanabiliyor veya görevlendirilebiliyor.

Doç. Dr. Cengiz Haluk İnce kimdir?
Geçen nisan ayında Uzman Doktor Keramettin Kurt’tan boşalan Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı’na resmen oturan İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Haluk İnce, 2001 yılından beri kurumda bilirkişi olarak görev yapıyordu. Türk Tabipler Birliği, İstanbul Tabip Odası, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Meslek Hastalıkları ve İş Kazaları Araştırma Önleme (MESKA) Vakfı üyesi olan 1966 doğumlu Doç. Dr. Haluk İnce’nin meslek ve iş kazaları, çocuk suçluları ve çocuk mahkemeleri, hekimlerin cezai ve hukuki sorumluluğu alanlarında yaptığı birçok bilimsel çalışmaları bulunuyor.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Demirel: Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür

Süleyman Demirel 'Kenan Evren yargılansın mı?' sorusuna, '12 Eylül'ün muhatabı benim, darbecilere yüzde 92 oy veren bu halk değil mi?' diye yanıt verdi



9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 12 Eylül darbesi sırasında Genelkurmay Başkanı olan Kenan Evren’in yargılanıp yargılanmamasıyla ilgili olarak, “12 Eylül’ün muhatabı benim. Darbeyi yapanlara referandumda yüzde 92 oy veren bu halk değil mi? Şu anda kullanılan Anayasa, o dönemin anayasası değil mi? O halde ne konuşuyorsunuz? 1983’den bu yana yapılmış tüm seçimler fiyasko mu yani” dedi.
Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Alaa El Hadidi, Mısır’ın milli günü dolayısıyla büyükelçilikte bir resepsiyon verdi. Resepsiyona Demirel’in haricinde, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ile eşi Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından Ferda Paksüt, eski Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve birçok yabancı misyon temsilcisi katıldı.
Demirel, resepsiyonda Demokrat Parti ve ANAP arasında yürütülen “bütünleşme” görüşmelerine ilişkin bir soru üzerine, “1980 darbesinde Türkiye’de orta sağda siyaset yapan Adalet Partisi kapatıldı. Daha sonra birçok koalisyon hükümetleri kuruldu. 2002’de tek parti iktidara geldi ama bu defa da siyaset, alternatifsiz kaldı” diyerek, Türkiye’de siyasetin iyi işlemediğini, orta sağ partilere oy veren vatandaşların şu anda parti arayışında olduğunu söyledi.

Devlet adam öldürür mü?
Hüsamettin Cindoruk’un, Demokrat Parti’nin başına geçerek “vatandaşların arayışına cevap verdiğini” ifade eden Demirel, çok partili siyasetin işlemesinden yana olduğunu belirterek, “O da ancak güçlü partilerle olur. Parçalanmışlıklar Türk siyasetine zafiyet getirir. Sağ siyasi partiler önümüzdeki seçime kadar toparlanmalıdır” diye konuştu. Şemdinli’ye bağlı Derecik beldesi Ormancık köyünden alınan 12 köy korucusunun 1994 yılında öldürülüp gömüldüğü iddia edilen Derecik Taburu’ndaki kazılarla ilgili olarak eski milletvekili Esat Canan’ın, kendisiyle görüştüğünü ve “Demirel, bana ‘devlet adam öldürmez’ dedi” açıklamasında bulunduğunun anımsatılması üzerine de Demirel, “Ne diyecektim? ‘Devlet, adam öldürür mü?’ diyecektim. Bugün de devletin öldürdüğü ispatlanmış değil. Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür, diğeri cinayettir” ifadesini kullandı.

Evren yorumu
Askerlerin suça karıştığı yönünde iddialar bulunduğunun hatırlatılması üzerine de Demirel, “Suç, ferdidir. Bir takım ferdi suçlar ele alarak kurumları suçlamanın anlamı yok. Devlet adam öldürmez, suçu ortadan kaldırmaya çalışır” değerlendirmesinde bulundu. Demirel, “Darbeciler ve Kenan Evren yargılanmalı mı?” sorusuna da şöyle yanıt verdi:
“12 Eylül’ün muhatabı benim. Partiler kapatıldı, birçok zorlu süreçten geçildi. Darbeyi yapanlara referandumda yüzde 92 oy veren bu halk değil mi? Şu anda kullanılan Anayasa, o dönemin anayasası değil mi? O halde ne konuşuyorsunuz? 1983’den bu yana yapılmış tüm seçimler fiyasko mu yani?”(Milliyet)

24 Temmuz 2009 Cuma

GÖZLER DOĞAN DA

Doğan Grubu, Sabah'ın 'kağıt yolsuzluğu'heberlerine iki mahkemenin "takipsizlik" kararıyla cevap verdi. Sabah ise dün belgesini ortaya koydu

Doğan Grubu'nun, Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) suç duyurusuna Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı ile Kadıköy 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 'takipsizlik' kararı verdiğini haberleştiren Sabah gazetesi, dosyanın 23 Haziran 2009'da İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na gönderildiğini yazdı. Gazete haberinde, Doğan Grubu yöneticileri hakkında SPK Kanunu'na muhalefetten soruşturma başlatıldığına da yer verdi.
Sabah'ın iddialarına kendi yayın organlarında yanıt veren Doğan Grubu, iddiaları reddetti. Doğan Grubu avukatlarından Erem Yücel'e sorduk. Yücel'in verdiği bilgiye göre, SPK'nın gruplarına ilişkin yeni bir suç duyurusu, yürütülen herhangi bir soruşturma yok. Doğan Grubu’na ilişkin dosyanın İstanbul Cumhuriyet Savcısı'nın masasında beklediğini söyleyen Avukat Yücel, Sabah grubunun 21 temmuz tarihinde yazdığı haberlerin kaynağının 14 Ekim 2008 raporunda yer alan rakamlar ve iddiaları içerdiğini söyledi, SPK'nın ek raporuna dayanarak yazılmadığını belirtti. Yücel, "Cumhuriyet Savcılığı ilk raporu yeterli görmeyince SPK'dan ek rapor istedi. SPK da bu raporu da 1011-13/18 dosya numaralı, 6 Nisan 2009 tarihiyle gönderdi" dedi. Yücel, ek raporda yer alan bilgileri incelediğini belirterek, dosyada gelinen aşamaya ilişkin süreci Taraf'a şöyle aktardı: "Üsküdar Cumhuriyet Savcılığı, güveni kötüye kullanma suçunun oluşmadığına karar verdi. Şüphelilere yönelik eylemi ise SPK Kanunu'nda düzenlenmiş örtülü kazanç aktarı yönünden değerlendirilmesine gerektiğini ifade etti. Bu konunun SPK Kanunu'na göre aykırılık olabileceği gerekçesiyle Üsküdar Cumhuriyet Savcılığı 29 Mayıs 2009'da dosyayı İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdi."

Dosya ping pong topu oldu
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da 1 Haziran 2009 tarihli 2009/8595 sayılı kararında SPK Kanunu'nun 47. maddesi gereğince savcılığın soruşturma yapamayacağını belirtti. SPK'nın başvurması halinde soruşturabileceğine karar verdi ve dosya tekrar Üsküdar Cumhuriyet Savcılığı'na gitti. Üsküdar ise, 8 Haziran 2009 tarihinde yetkili olmadığını yineleyerek 'yetkisizlik’ kararı verdiği dosyayı İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdi. SPK ise bu süreçte, Üsküdar Savcılığı'nın verdiği 'yetkisizlik' kararına itiraz etti. 26 Haziran 2009 tarihinde Kadıköy 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ne gitti. Mahkeme ise Üsküdar Savcılığı'nın 'yetkisizlik kararını' yerinde gördü ve onayladı. Böylelikle 'güveni kötüye kullanma' iddiaları kapandı."
İstanbul Cumhuriyet Savcısı'nın 'soruşturmaya devam ederim' demediğini aktaran Avukat Erem Yücel, "SPK Kanunu'na göre soruşturma yapamayacağını belirten Savcılık, SPK'ya yazı yazdı 'gel şikâyet et yoksa kayıtlarımı kapatacak' diyor. Dosya bekliyor" dedi.
Dosyanın Üsküdar ile İstanbul arasında ping pong topu gibi gidip geldiği söyleyen Yücel, iki savcı arasında 'ben değil, sen yetkilisin' diye görüş ayrılığı olduğunu dile getirdi. Yücel, İstanbul Savcılığı'nın 1 Haziran 2009'da verdiği kararda 'Bana müracaat edilmediği sürece benim soruşturmam hukuken mümkün değildir' diyor. İddia edildiği gibi herhangi bir soruşturma yok. SPK'nın yeni suç duyurusu da yok. Dosya orada duruyor, SPK'nın şikâyet dilekçesini bekliyor. SPK'nın suç duyurusunda bulunduğuna dair bize gelen herhangi bir bilgi de bulunmuyor' dedi.

Doğan emsallerinden düşük satıyor
Yücel, SPK Kanunu'nun 15'inci maddesinde de "Emsallerine göre bariz farklı fiyat uygulayan halka açık şirketin azaltılması suçtur' dendiğini belirterek, "Böyle bir suçun oluşması için Doğan grubunun kâğıt bedelleriyle diğer şirketlerin kâğıt bedelleri arasında fark olması gerekir. Doğan Grubu’nun yüksek olduğuna ilişkin SPK yedi yıl araştırdı, herhangi bir bilgiye ulaşmadı. Doğan Grubu’nun daha düşük sattığına dair elimizde belgeler var. Doğan Grubu’nun kâğıt fiyatları emsallerinden yüksek olmadığı için SPK, suç duyurusu yapamaz. Elinde belge yok. Böyle bir suç duyurusu olmadığı sürece hiçbir savcı soruşturma açamaz" diye konuştu.
SPK raporlarında, Doğan Grubu’nun kurduğu tabela şirketler üzerinden kâğıt ithalatı yaptığı ve haksız kazanç sağladığı iddia edilmişti.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Dokunmayın darbecime

CHP, darbeci askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına olanak sağlayan yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Baykal, düzenleme için “Anayasa’ya aykırı” dedi. Dava dilekçesini mahkemeye Grup Başkanvekili Anadol sundu. Dilekçede, Anayasa’nın 145. maddesine aykırılık öne sürüldü. CHP lideri Baykal darbecilere sivil yargı yolunun açık olduğunu savundu ve yasayı veto etmeyen Cumhurbaşkanı Gül’ü eleştirdi

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin Meclis grubunu dün parti genel merkezinde topladı. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru amacıyla karar almak için olağanüstü toplanan CHP grubunda konuşan Deniz Baykal eleştirilerini dile getirdi. Baykal’ın yasayı eleştirdiği konuşmadan sonra ‘oybirliğiyle’ iptal davası açılması kararlaştırıldı ve Grup Başkanvekili Kemal Anadol, saat 16.00’da Anayasa Mahkemesi’ne giderek dava dilekçesini teslim etti. CHP davayla birlikte yürürlüğün durdurulmasını da istedi.

Karar eylülden sonra
Anayasa Mahkemesi, başvuruyu ön incelemeden geçirecek. Yetki, imzalar ve davanın süresinde açılıp açılmadığı biçimindeki ön incelemeden sonra konu mahkeme heyetinin önüne gelecek. Heyet de usül eksikliği saptamazsa davayı esastan görmeye karar vererek dosyayı raportöre gönderecek. Heyet, yürürlüğün durdurulması talebinin öncelikle görüşülmesine karar verirse raportörden bu yolda da rapor isteyebilecek. Bu ancak çok önemli davalarda kullanılan bir yöntem. Bu yol seçilmezse yürürlüğü durdurma istemi davanın esas incelemesiyle birlikte karara bağlanacak. Mahkeme Ağustos başında adli tatil yapacağından davanın sonuçlanması da eylül ayından sonra mümkün olabilecek.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, iptal başvurusu için karar almak üzere toplanan grupta yaptığı konuşmada, yasanın darbe girişimlerini önlemek için yapıldığına yönelik düşüncelere katılmadığını söyledi. Baykal, “TCK’da, darbe yapanların, sivil mahkemelerde yargılanmasına yönelik düzenlemeler vardır. Darbe girişimlerinin, normal mahkemelerde yargılanması önünde bir engel yoktur, darbe bir suçtur, askerî bir suç değildir. Genel ceza kanunu kapsamı içinde suçtur. Darbeyi, sivil mahkemeler önlüyor” dedi.

‘Anayasa’ya aykırı’
Deniz Baykal yasanın Anayasa’nın 145. maddesine aykırı olduğunu belirterek “Aklı, fikri olan Anayasa’yı eline alır, 145. maddeyi okur” dedi. Baykal, yasayı onaylayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e de şu suçlamayı yöneltti: “Cumhurbaşkanı, askere sivil yargı yolunu açan yasanın yanlışlarını gördü; ancak gördüğü halde o yanlışları ifade edebilecek tarafsızlığı ne yazık ki sergileyemedi.”
Konuşmasınının büyük bölümünü Cumhurbaşkanına ayıran Baykal, Gül’ün Anayasa’nın gerektirdiği ‘tarafsızlık‘ işlevini yerine getiremediğini savundu. Baykal, Türkiye’nin hükümete ‘Dur yanlış yapıyorsun’ diyebilecek bir cumhurbaşkanına ihtiyaç duyduğunu belirtti.
Düzenlemenin, ‘AB’nin talebi doğrultusunda yapıldığı’ söyleminin de doğru olmadığını savunan Baykal, bu yasayla yargının vesayet altına alınmak istendiğini söyledi. Darbeyle ilgili yeni tanımlar yaptığı konuşmasında Baykal, şunları dedi: “Darbe, mutlaka bir gece yarısı, sabaha karşı gelir diye bir şey yok. Darbe bir süreç. Darbeyi sadece askerler yapar diye de bir şey yok. Darbeyi siviller de yapar. Faşizm, askerî kurumların, sivil kurumlar üzerinde tahakküm ve vesayet kurduğu bir rejim olmak zorunda değildir.”
CHP Grup Toplantısı devam ederken, aralarında avukatların da bulunduğu Genç Siviller üyeleri genel merkez önünde toplanarak yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götüren CHP’yi protesto etti.

AKP’den Baykal’a jet yanıt: Militarist mantık
Deniz Baykal’ın askere sivil yargı yolunu açan yasaya Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmak için topladığı parti grubunda yaptığı eleştirilere AKP’den yanıt gecikmedi.
AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, Baykal’ın konuşmalarını, “demokrasiye karşı suç” diye niteledi. Baykal’ın “Bu suçu hafifletmek için AKP’yi yargı ve basın üzerinde vesayet kurmaya çalışmakla” suçladığını kaydeden Canikli, şöyle dedi: “Partimizin ne basın üzerinde ne yargı üzerinde bir baskısı yok. Demokraside en önemli kurum olan siyasi bir parti ‘militarist bir mantığı’ savunmaktadır, Baykal’ın konuşmasına militarist bir mantık hakimdir, CHP’nin tarihine baktığımız zaman tamamen darbelerle dolu bir tarihi vardır. Bu son tavırları da militarist kara lekelerden biri olmuştur. Son düzenleme bütün medeni ülkelerde yapılan bir düzenlenmedir, bunun neresi darbedir.”

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Sperm tartışması sona erdi

İstanbul Etiler’de öldürülen Münevver Karabulut’un cesedinde bulunan spermin başka bir cesede ait olduğu ortaya çıkması Adlî Tıp uzmanlarının tepkisine neden oldu

Cinayetin ardından herkesi şoke eden olayla ilgili dün İstanbul Tıp Fakültesi Adlî Tıp Öğretim Üyesi Profesör Şebnem Korur Fincancı bir açıklama yaptı. Fincancı, otopsi teknisyeninin eldivenini değiştirmeden iki ayrı cenazenin giysilerini çıkarıp incelenmesi sonucu böyle bir bulaşmanın gerçekleştiğini söyledi.
Genç kızın cesedinin üzerinde bir başka kişiye ait “spermotozoidin” bulunmuş olması üzerine bunun bir bulaşma olup olamayacağının araştırılmasını önerdiğini anlatan Fincancı, yapılan DNA incelemesiyle spermin aynı gün otopsi yapılan bir başka cenazeye ait olduğunun tespit edildiğini ifade etti.

Eğitimli teknisyenlere ihtiyaç var
Otopsi sırasında hekimlere yardım eden teknisyenlerin olduğunu, ancak bundan önceki yıllarda özel bir eğitim alınmadan, sadece hizmetli veya memur kadrosunda görev yapan insanların görevlendirilmeleriyle bu tür hataların gerçekleştiğini anlatan Fincancı, “Burada da benzer bir olayın yaşandığını gördük. Böyle bir yanlışlığın ortaya çıkması nedeniyle yeni bir sanığın araştırılması gündeme gelmişti” dedi.
Fincancı, Türkiye’deki üniversitelerde otopsi eğitimi veren birimin sadece Mersin’de olduğunu, söz konusu olayın da bu tarz okulların arttırılmasına, eğitimli ve donanımlı otopsi teknisyenlerinin yetiştirilmesine ihtiyaç olduğunu yeniden gündeme getirdiğini ifade etti.

7 Temmuz 2009 Salı

Tanık acıyı anlattı, sanıklar güldü

Hrant Dink cinayeti davasının ikinci yılında bir tanık olay anını anlatırken duruşma salonundaki Dink ailesinin acıları tazeleniyor, sanık sandalyesinde oturanlar ise gülüyordu



SERKAN OCAK


İSTANBUL - AGOS gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davanın dünkü duruşmasında 2.5 yıl öncesinin acısı, tanıklıklarla yeniden yaşandı. 19 Ocak 2007 günü Dink’in öldürülmesine tanık olan Mesme Havva, cinayet anını anlatırken duruşma salonunda hüzünlü bir sessizlik vardı. Dink’in eşi Rakel Dink , kızı Delal Dink ve kardeşi Orhan Dink başları öne eğik kurşunların sıkıldığı anı bir tanığın ağzından duruşma salonunda dinledi. Sanıklar ise daha önceki duruşmalarda olduğu gibi gülüyordu. Ogün Samast ve Yasin Hayal’in avukatlara küfür ettiği öne sürüldü. Tanık Mesme Havva polis ve savcılıktaki ifadelerinde söylediklerini mahkemede de tekrarladı ve ‘Ogün Samast’ın olay yerinde yalnız olmadığını’ anlattı:
Dink’in 19 Ocak 2007’de gazetesinin öldürülmesiyle ilgili davanın İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dünkü 10. duruşması kalabalıktı. ‘Hrant’ın Arkadaşları’ adliye yakınlarındaki Barbaros Meydanı’nda eylem yaparken Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, kızı Delal Dink ve kardeşi Orhan Dink kalabalığa katıldı.
Duruşmada ise tanıklar dinlendi. Tanıklardan Mesme Havva, olay yerine yakın bir markette çalıştığını, olay günü akşam üstü bir arkadaşıyla beraber bankaya gittiklerini ve silah sesi duyduğunu anlattı. Mesme Havva konuşurken duruşma salonunda hüzünlü bir sessizlik vardı. Rakel Dink, Delal Dink ve Orhan Dink, o anı başları önde, acıları artarak dinliyordu.
Mesme Havva şöyle konuştu: “Dink’i müşterimiz olduğu için tanıyordum. Dink kurşun sesi geldikten sonra ‘Eyvah, beni vurdular’ diye seslendi. İkinci defa beynine sıktılar, sağına doğru yattı, ‘Niye vurdun oğlum’ dedim vurana, onun üçüncü kurşunu boşa gitti beklerken. Öldüğünden emin olmak için mi bekledi bilmiyorum ama o aradan öyle kaçtı. Vurulduktan sonra hastaneye götürülmesi için Dink’i kaldırmaya çalıştım. Ama bana ‘Kaldırma, savcı gelecek’ dediler.”
Mahkeme başkanının “Vuran şahsın yanında kimse var mıydı” sorusunu yanıtlayan Mesme Havva birinin kenarda durduğunu gördüğünü, bu kişilerin peş peşe koştuklarını söyledi. Ogün Samast’a bakarak, “Suçlu bu herhalde. Tam hatırlayamıyorum, kış olduğu için çok sargılıydı yüzü” diyen Havva, ‘Samast ve Hayal’in bu sırada gülmesi üzerine kızarak, “Ne gülüyorsunuz lan” diye bağırdı. Hâkim de sanıkları “Terbiyesizlik yapmayın. Gülüp durmayın” diye uyardı.
Dink’i vuran kişinin ‘Geber Ermeni, geber’ dediğini aktaran Havva “‘Adam vuruldu’ diye bağırdım. Arkadaşım uyarınca sustum. İkisi kaçarken vuran şahıs, sokakta elinde duran beyaz paketi bir ağacın altına attı. Sonra da telefonla konuştu. Kenarda duran kişi Dink’in vurulmasından sonra tetiği çekene ‘hadi gidelim’ şeklinde işaret etti” diye konuştu. Avukat Arzu Becerik’in, “İşaret eden şahıs sanıkların içinde mi?” diye sorduğu Havva, Yasin Hayal’i kastederek, “Şu olabilir. Pek göremedim ama benziyor” dedi.
Bu ifade üzerine Hayal, olay günü Trabzon’da olduğunu söylerken, Samast’sa Dink’i vurduktan sonra lahmacuncudan çıkan bir kişinin elinde bir poşetle kendisiyle birlikte koştuğunu ifade etti. Samast, Havva’yı hatırlamadığını söyledi.

Avukatlara küfür ettiler
Sanıkların tavırları duruşma boyunca avukatların tepkisini çekti. Duruşmada Ogün Samast kollarını sanık sandalyesinin arkasına atarak oturuyordu. Dink avukatları konuşurken de elindeki pet şişiyle oynayarak sesler çıkardı. Avukat Kezban Hatemi, duruşma salonunda giriş çıkışlarda Samast ve Yasin Hayal’in kendilerine ağır küfür ettiğini söylerken, Bahri Bayram Belen de mahkemenin suç duyurusunda bulunmasını istedi. Bir başka avukat da mahkeme başkanı Erkan Canak’ın sanıkları uyarırken ‘Gözünün yağını yiyeyim’, ‘Koçum’ gibi kelimeler kullandığını, bunun sanıkları cesaretlendireceğini söyledi. Mahkeme hakaretlerle ilgili suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
Havva ifadesinden sonra adliyedeki karakolda bekletildi. Yanına giden Rakel Dink, Mesme Havva’yı yanaklarından öptü ve gördüklerini anlattığı için teşekkür etti.

Yasin’i jandarmada gördüm
Malatya E Tipi Cezaevi’nden duruşma için getirilen başka suçtan tutuklu Veysel Şahin, şunları anlattı: “2003 - 2004 - 2005 yıllarında Trabzon İl Jandarma’da misafir olarak onların isteğiyle gittim. Hem Çeçenistan’da bulunduğum hem de Arapça iyi bildiğim için istihbarat amaçlı oradaydım. Trabzon İl Jandarma’da görevli albay Şinasi dönemiydi. Şube Başkanı Feridun Yüzbaşı’nın yanındayken Yasin arkadaşı orada gördüm. Sorduğumda, Feridun Yüzbaşı, ‘Sağlam, temiz bir çocuk’ dedi. Gazetelerde Yasin Hayalin fotoğrafını görünce olayı pekiştirdim.”

Duruşmadaki siviller
Avukat Kezban Hatemi, sanık avukatlarının oturduğu sırada sivil giyimli üç kişi olduğunu belirterek, bu kişilerin Erhan Tuncel’in üzerinde baskı kurduğunu ve ifade vermesinin engellendiğini söyledi. Bu sözler üzerine salonu terk eden bu kişilerin polis olduğu öne sürüldü.
Bir sonraki duruşmada ilk kez bir gizli tanık dinlenecek. Cinayet silahi bir sonraki duruşmaya getirilecek.





2 Temmuz 2009 Perşembe

“Beraatımı istiyorum”

Karataş, kendisini, “Bacca’yı aracıma aldıktan sonra bir minibüsle takip edildim. TEM’deki tünelde durduruldum, bayıltıldım. Gerisini hatırlamıyorum” diyerek savundu.

Karataş son sözünde suçsuz olduğunu, polisteki ifadeleri baskı altında verdiğini savunarak beraatını talep etti.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Ateş eden serbest, slogan atan hapiste

Esenyurt'ta fabrika önünde bildiri dağıtan iki işçi güvenlik görevlisinin ateş açmasıyla yaralandı, saldırıyı protesto etmek isteyenlere polis müdahale etti. Sonuç: Dört protestocu tutuklanırken işçilere ateş açan güvenlik görevlisi serbest bırakıldı





İSMAİL SAYMAZ

Esenyurt’ta, işçi kurultayı için bir tekstil fabrikası önünde bildiri dağıtan iki işçiye fabrikadan çıkan güvenlik görevlisi ateş etti. Biri omzundan, diğeriyse bacağından yaralandı. Saldırıyı protesto için fabrika önünde eylem yapan Esenyurt İşçi Platformu’na (EİP) polis müdahale etti. Üçü kadın dört protestocu ‘kuvvetli suç şüphesinin varlığı’ nedeniyle ‘polise mukavemetten’ tutuklanırken, aynı mahkeme, “Havaya ateş ettiğim doğrudur. Ancak benden başka ateş edenler de oldu” diyen saldırganı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı.

EİP’e üye Mehmet Ergül ve Tahsin Alıcı 28 Haziran’daki işçi kurultayının duyurusu için 8 Haziran’da tekstil fabrikalarının yoğun olduğu Haramidere’deki Sabra Tekstil Fabrikası önünde bildiri dağıtmaya koyuldular. Avukatlarının iddiasına göre, fabrikadan çıkan bir grup “Burada dağıttırmayız” diyerek ateş açtı. Ergül omuzundan, Alıcı bacağından vuruldu. İddiaya göre Alıcı, düştüğü yerde dövüldü ve bacağına yeniden ateş edildi.
İki işçi hastaneye kaldırılırken, fabrikanın Zeki Tekin adlı güvenlik görevlisi gözaltına alındı. Olayı öğrenen EİP’liler protesto için fabrikanın önünde toplanıp bildiri okudu.
Ardından polis dağılmaları uyarısında bulundu. Tutanağa göre ‘Sopa ve taşlarla saldırmaları üzerine havaya ateş açılmış, dağılmayınca müdahale edilmiş, ancak yine taş ve sopalarla saldırılmıştı’. Tutanağa göre mukavemet sonucu polis H.A. ve İ.A.’nın taşla başı yarıldı, D.A.’nın sol elmacık kemiği yaralandı.
Grup, saldırgan Zeki Tekin’in ardından Esenyurt Polis Merkezi’ne götürüldü. Üç polis; 24 yaşlarındaki S.T. ve M.C. ile 27 yaşındaki E.B.E. adlı kadın eylemcilerle 19 yaşındaki D.E. adlı erkek eylemciyi, kendilerine taş atıp yaraladıkları iddiasıyla teşhis etti. Dört eylemci ‘memura görevini yaptırmamak için direnme’, Zeki Tekin’se ‘silahla kasten yaralama’ suçundan tutuklanmaları istemiyle Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.
Mahkeme; polise direnmediklerini, taş atıp sopa kullanmadıklarını anlatan dört eylemciyi ‘kuvvetli suç süphesinin varlığı ve adli kontrol hükümlerinin yetersizliği’ kuşkusuyla tutukladı.
Ardından, işçilerin yaralanmasına neden olan Zeki Tekin, hâkim karşısına çıktı. “Havaya ateş ettiğim doğrudur. Ancak benden başka ateş edenler de olmuştur” diyen Tekin, ‘atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil, delillerin henüz tam toplanmamış oluşu, hangi silahla ateş edildiğine dair tespitin yapılmayışı’ nedeniyle tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldı

Vekiller bu hafta sıkı çalışıp tatile çıkıyor

TBMM, bu hafta kredi kartı ve kat mülkiyetine geçmeyenlere bin TL ceza verilmesi sorununu çözüp tatile girecek

İktidar ile muhalefet arasında varılan uzlaşmaya göre TBMM Genel Kurulu bu hafta yoğun bir gündemle çalışacak ve belirlenen düzenlemeleri yasalaştırabilmek için fazla mesai yapacak. TBMM Genel Kurulu’nun gündeminde kamuoyunda ‘torba yasa’ olarak bilinen ve nüfus cüzdanlarında parmak izi bulunmasından Varlık Barışı’nın 30 eylüle kadar uzatılmasına ve Bakanlar Kurulu’na üç ay daha uzatma yetkisi verilmesine kadar çok sayıda yasada değişiklik yapan tasarı da yer alıyor. Meclis’teki komisyonlar da gündemlerindeki konuları ele alacak.

İzmir’de ücretsiz rock festivali

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Ege’nin alternatif Rock Festivali ROCK-A, 26-28 haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek

Basın sözcüsü olarak Alsancak Kıbrıs Şehitliği Konak Kültür Merkezi önünde açıklama yapan İlknur Sarıoğlu, bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek olan festivalin, diğer rock festivallerinin aksine ücretsiz olduğunu belirterek, isteyen herkesin Özdere’deki Rainbow Camping’de yapılacak festivale katılabileceğini söyledi. Dünyanın içinden geçtiği sürecin insanlık için her geçen gün daha tehlikeli hale geldiğini ifade eden Sarıoğlu, “Yaşadığımız dünyayı, bize dayatılan sistemi sorguluyoruz. İnsanların diline, dinine, cinsiyetine, ırkına ve cinsel yönelimlerine göre ayrıldığı bir dünyayı kabul etmiyoruz” dedi. Festival, ağırlıklı olarak amatör müzik guruplarının yanı sıra söyleşi ve panel gibi birçok etkinliğe de evsahipliği yapacak.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Çüşünüzzz






http://rapidshare.com/files/67171238...ultrailker.rar

10 Haziran 2009 Çarşamba

Hüseyin Üzmez tutukluyken mahkeme heyetine övgü düzmüş

ISTANBUL - Küçük yaştaki B.Ç.'ye 'cinsel tacizde bulunduğu' gerekçesiyle yargılanan Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez'in, Bursa E Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunduğu sırada kendi el yazısıyla kendisini yargılayan hakim ve savcılara övgü dolu mektup yazdığı ortaya çıktı.
Habertürk gazetesinin haberine göre, "Tutuklu ve hasta Hüseyin Üzmez" imzasını taşıyan yazılarda, kendisini yargılayan mahkeme heyetine "Lütfen beni, laiklik düşmanı bir ham yobaz, kaba softa zannetmeyin" diye seslenen Üzmez, 'yakışıklı' dediği savcının "Yargıtay'da layık oldukları yerleri almaları için dua edeceğini" söylüyor.
Şimdi tutuksuz yargılanan Üzmez'in cezaevinde yatarken gönderdiği yazıların ilki Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 17.9.2008 günü görülen duruşma öncesi, iddianameye itiraz amacıyla gönderilmiş.
Üzmez, ikinci yazıyı da çıktığı ilk duruşmadan sonra kaleme almış. İşte Üzmez'in kaleminden ilginç bazı satırlar.

YAKIŞIKLI SAVCIMIZ:

Daha önce de yazmıştım. Bu güne kadar herhangi bir hukukçumuzun adına en ufak bir şaibe gölgesinin düştüğünü ne duydum, ne gördüm. Gönül isterdi ki, Türkiye'deki tüm kurumlar böyle olsun.
Bir vesile ile öğrendim ki yakışıklı başsavcılarımızdan biri devlet güvenlik mahkemesinde, yani mesleğinde en üst ve şerefli görevlerde bulunmuş.
Yüce mahkemenin sağ tarafında oturan nur yüzlü yakışıklı savcımız belki de odur. Ya da en üst seviyede demokratik laik, sosyal bir devlet olan çağdaş ve demokratik Türkiye cumhuriyetimize hizmet eden o şerefli savcılarımızdan biridir. Bu ülke ve millet onlar gibi Atatürkçü savcılarımızın tertemiz ve inançlı omuzlarında yükselecektir.

RABBİME YALVARDIM

Cezaevindeki tutuklu ve hükümlü arkadaşlarım dahil olmak üzere, koca Türkiye'de benim, torunum yaşındaki bir kıza cinsel tacizde bulunacak kadar alçalacağıma inanan tek kişi yok. Nice geceler gözyaşları içinde secdelere kapanarak canımı alması için rabbime çok yalvardım. Ülkemizde şöhretli bir insanın kendini gizleyip kamufle etmesine imkân yoktur. Öyle bir insanla evli olmak da ölürcesine kıskanç bir kadın için hiç de kolay değil.

ÇETE İŞİ

Bugün ülkemizde ayrık otu ve pıtraklar gibi kim bilir nice menfaat çetecikleri var. Bunlardan birinin Livaze Ç.'nin (B.Ç.'nin annesi) başına musallat olduğunu bir şekilde öğrendim. Livaze onlara, "Hüseyin Üzmez amcanın sırtına biz yeteri kadar yük olduk, bir de sizi mi onun başına musallat edeyim" demiş. Onlar sinirlenmişler. "Sen onu yolacaksın, aldığın paraları aramızda kırışacağız, yani paylaşacağız, yoksa seni fena yaparız" diye kendisini tehdit ediyorlar. Livaze onları tınamadığını söylüyor. Ancak devletin kolu uzundur. Livaze'yi polise ihbar eden kim ise o serseri çetecileri mutlaka bilir.

SOFTA DEĞİLİM

Size gelince sayın savcım. Peygamberimizin 'sevenin sevdiği üzerinde hakkı vardır' buyuruyorlar. Lütfen beni, saltanat ya da laiklik düşmanı bir ham yobaz, kaba softa zannetmeyin.

22 kasıma kadar suda kalacak





Venedik Bienali başlar başlamaz sanat dünyasının gündemine oturdu. Eskiden küçük olan ve gezmesi bir iki gün süren bienalin bu yıl tamamını gezmek bir sanatseverin haftalarını alabilir gibi gözüküyor. Adamakıllı gezmek için bir de haritaya ihtiyaç duyulan bienalde daha önce sanat alanında öne çıkmamış ülkelerin projeleri de bu yıl son derece ilgi çekici...
Öne çıkan işler arasında ünlü mimar Tadao Ando’nun yenilediği eski adıyla Punta della Dogana’da açılan milyoner François Pinault’nun seçkin koleksiyonu yer alıyor. Pinault’nun kişisel zevkini konuşturduğu koleksiyondaki tüm eserler, Rönesans sanatı ne kadar uzun zamandır etkisini sürdürüyor ve ilgi çekiyorsa, varlığını o kadar süre sürdürecek gibi görünüyor. Dinos ve Jack Chapman’ın küçük plastiklerden oluşan çok parçalı heykeli, yaratıcı ve kara mizahi yönü ile ziyaretçilerin ilgisini çekerken Paul McCarty, Felix Gonzales Torres, Mike Kelley, Cady Noland ve Rachel Whiteread gibi sanatçıların eserleri de büyük ilgi görüyor.
22 kasıma kadar devam edecek olan Venedik Bienali’nde Türkiye dahil 77 ülkeden 90 sanatçının çalışmaları yer alıyor. Büyük ilgi gören Türkiye Pavyonu’nun açılışına da güncel sanat eleştirmenleri, küratör, müze ve galeri yöneticileri ile basın mensupları olmak üzere yaklaşık 350 kişi katıldı. Türkiye Pavyonu, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da Venedik Bienali’nin ana mekânı olan Arsenale’de yer alıyor. Ülkelerin kendi pavyon binalarını kendilerinin inşa ettiği Arsenale’de Türkiye’yle beraber beş ülkenin pavyonu bulunuyor.

8 Mayıs 2009 Cuma

Ahmet Kaya'yı severmiş

Salı gecesi Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen Kral TV Video Müzik Ödülleri Töreni'nde tuvalette yumruklu saldırıya uğrayan Serdar Ortaç, Ahmet Kaya yüzünden olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinden emin olmadığını söyledi




10 yıl önce MGD Ödül Töreni’nde Kürtçe klip çekeceğini açıklayan Ahmet Kaya’a salondakiler saldırmış. Bu sırada Serdar Ortaç sahneye çıkarak 10 . Yıl Marşı’nı söylemeye başlamıştı. Ortaç dün yaptığı açıklamada “Rahmetli Ahmet Kaya, gençliğimde de sevdiğim bir sanatçıydı. Hâlâ da severim. Bu olayın o yüzden olmuş olduğunu sanmıyorum ama olabilir de...” dedi. Ortaç’ın olay sonrası yapılan doktor kontrolünde üst iki dişinde kırık, elmacık kemiğinde çatlama ve alt sol diş tabakasında yırtılma rapor edildi. Saldırgan aranıyor. (Radikal

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Van Gogh'un kulağını arkadaşı Gauguin kesmiş

05/05/2009

Dünyaca ünlü ressam Van Gogh'un kulağını, bir tartışma sırasında arkadaşı Fransız ressam Gauguin'ın kılıçla kestiği öne sürüldü




Hollandalı ressam Van Gogh'un, 1888’de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kestiği, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak yaşamına son verdiği sanılıyordu. Yeni araştırmaya göre, resssam arkadaşının hapse girmesini istemeyen Van Gogh, böyle bir hikaye uydurdu.
Alman sanat tarihçileri, ünlü ressamın kulağını, arkadaşı Fransız ressam Gauguin’ın kılıçla kestiği ortaya çıkardı. İki ünlü ressamın ‘sessizlik yemini’ ederek bu olayı sır gibi sakladıklarını iddia eden Alman tarihçiler, bunun nedeninin, Gauguin’in cezai takibata maruz kalmaması ve Vang Gogh’ın umutsuzca bağlandığı kişiyle arkadaşlığını sürdürmek istemesi diye belirtiyorlar

ANLATILAN HİKAYE
“Gauguin ve Van Gogh, Kasım ayı boyunca beraber resim gezilerine çıkarken değişik resim teknikleri ve anlayışları üzerine uzun süre tartıştı. İki ressamın da dengesiz duygusal yapısı sayesinde, resim tartışmaları giderek kızışmaya başladı, bozulan havalar ve dar alanda beraber yaşamak ise durumu daha kötü hale getirdi. Ruhsal sağlığı bozulmaya başlayan Van Gogh, Gauguin’in kendisini terk edeceğinden korkmaya başladı. Bu gergin durum, 23 Aralık 1888 gecesi bir krizle sonuçlandı. Bir kavga sonucu hışımla evden çıkan Gauguin’i bir süre takip eden Van Gogh, daha sonra eve döndü ve kendi sol kulağının alt kısmını kesip kopardı. Kopardığı parçayı bir bez ya da kâğıt parçasına sarıp yerel bir genelevde çalışan Rachel adlı fahişeye verdi. Geneleve çağrılan polisler, baygın halde buldukları Van Gogh’u hastaneye kaldırdılar. Olayı ertesi sabah öğrenen Gauguin, Theo’ya haber verdikten sonra Arles’dan ayrıldı ve bir daha Van Gogh’la görüşmedi. Van Gogh ise kan kaybı ve ruhsal bunalım sebebiyle birkaç hafta hastanede kaldı.”(dha)

3 Mayıs 2009 Pazar

Sanat artık Doğu’dan yükseliyor

Christie’s müzayede evinde Kedili Doğa tablosu 42 bin sterline satılan Selma Gürbüz Türk sanatının Batı’ya damga vuracağını söylüyor

Özellikle son yıllarda Sotheby’s ve Christie’s gibi Avrupa merkezli ünlü müzayede şirketlerinin modern ve çağdaş Türk sanatına olan eğilimleri giderek artıyor. Bir süre önce Londra’da Sotheby’s’ın düzenlemiş olduğu Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi’nin tartışmaları henüz sona ermeden 29 nisanda Dubai’de Türk Sanatı Müzayede’sinin dördüncüsü düzenlendi. Mübin Orhon, Erol Akyavaş, Devrim Erbil, Abidin Dino, İrfan Önürmen, Haluk Akakçe, Murat Morova, Tayfun Erdoğmuş, Nejad Melih Devrim, Ferruh Başağa, Kemal Önsoy, Selma Gürbüz, Ahmet Elhan ve Nazif Topçuoğlu’nun eserlirinin satışa çıktığı müzayedeye 1999 yılında hayatını kaybeden Erol Akyavaş’ın Alma Ausente adlı tablosu damgasını vurdu. Eser 194 bin 500 sterline alıcı buldu. Akyavaş’ın müzayedede alıcı bulan ikinci eseri ise The Rainbow in Orient Express oldu. Müzayedenin bir diğer önemli parçası olan Selma Gürbüz imzasını taşıyan Kedili Doğa, 42 bin 500 sterline satıldı. Türk sanatı için önemli olan bu başarıyı ve Türk sanatının daha tanınır hale gelmesini müzayedeye katılan ressam Selma Gürbüz ile konuştuk...

Son zamanlarda Batı merkezli büyük müzayede şirketlerinin Doğu’ya yönelmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Pazar açısından da baktığımızda durum aynı, Japonlar Van Gogh alırken Fikret Mualla toplayan bir Fransız çıkabiliyor ve belki yakın gelecekte günümüzün Batılı sanatçılarını görmek için Dubai ya da Doha’ya gideceğiz. Bütün bunların sanat, sanatçı ve sonunda tüm toplum için iyi olacağını düşünüyorum. Doğal olarak sanatçı kadar alıcının da daha akıllı olması gereken bir dünyaya doğru gidiyoruz. Sanat, sanatçı ve sanat alıcısı yerel pazara değil global pazara bakmak zorunda, sanatçının rekabet alanı tüm dünya olduğu gibi koleksiyoncu da artık mahalle pazarında değil ve çok daha akıllı alım yapmak zorunda. Yanlış hesap Bağdat’tan ya da Londra’dan dönecektir.

Bu müzayedelerin sanatta ve sanatçıya katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence önümüzdeki dönemde Doğu’nun yıldızı parlayacaktır. Batılı ve Doğulu sanatçılar didik didik kurcalanmış olacak. Alıcılar Batı yerine Doğuya yönelecekler ve bu arayışta Doğulu sanatçılar renkli dünyaları ile daha şanslı olacaklardır.

Bir süre önce açtığınız Davetsiz adlı serginizin izleyiciyi zorunlu bir hayal gücüne sürüklüyor... Sergiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her sergi sonrası, bir nokta koyup, yeni bir sayfa açma isteği uyandırır bende. Daha önce yapmış olduklarımla bağlantılı çözülmesi gereken bir problem yarattığımı ve onun üzerine gitmeliyim duygusunu yaşatır. Söylenmesi gerekenlerin sanki ilk bir kaç kelimesi söylenmiş ama cümle tamamlanamamıştır. İkinci sergiye götüren süreç bir cümlenin tamamlanmasıdır.

Bu sergi için “dışarısı ve içerisi arasındaki diyalektik sınırın artık tarih olduğuna” değinmiştiniz, sizce bu gelinen durumu sanatın etkisi açısından bakarsak nasıl açıklamalı? Değişimlerde özellikle Doğu toplumlarında sanatın kabul görmesi ve etkisi nedir?
Kendime Doğulu ya da Batılı diye bakmam. Her iki kültürden izler taşıdığımı düşünürüm. Aynı şeyler küçülen dünyamızda, Batılı bir sanatçı için de geçerlidir.

1 Mayıs 2009 Cuma

Askerlik Uzuyor

Org. Başbuğ’un işaretini verdiği tek tip askerliğin ayrıntıları netleşiyor. Kısa dönem ve yedek subaylık kalkıyor. Herkes askerliğini 12 ya da 15 ay er olarak yapacak

Bedelli askerliğe kapıları kapatan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un işaretini verdiği ‘tektip’ askerliğin ayrıntıları netleşmeye başladı. Buna göre; Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) profesyonelleşme çalışmaları tamamlandığında yedek subaylık ve kısa dönem askerlik uygulamasına son verilecek. Herkes 12 ya da 15 ay er olarak görev yapacak.

Orgeneral Başbuğ, önceki gün düzenlediği basın toplantısında “Bedelli askerlik uygulaması Türkiye’nin gündeminde değildir ve ileriki dönemde de olma ihtimali yoktur” diyerek bedelli askerlik tartışmasına son noktayı koyarken askerlikte yeni bir sistem üzerinde çalıştıklarını açıklamıştı.

Türkiye’de hala 15 aylık normal, üniversite mezunları için 12 aylık yedek subaylık ya da altı aylık kısa dönem ve yurtdışında çalışanlar için bedelli askerlik uygulaması olduğunu anımsatan Başbuğ, “Biz tüm bu sistemleri genel olarak ele alıp daha sağlıklı, daha sade, daha eşit, daha adil bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Bunları tek tipe indirebilirmiyiz konusu üzerinde duruyoruz” demişti.


Herkes er olacak

Başbuğ’un işaretini verdiği tektip askerliğin ayrıntıları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Edinilen bilgiye göre; Genelkurmay’ın üzerinde çalıştığı tektip askerlik modelinde yedek subaylık tamamen kalkacak. Herkes er olacak. Ordunun takım komutanı ihtiyacı, yedek subaylar yerine sözleşmeli subaylarla karşılanacak.

Üniversite mezunları askerliklerinin bitiminde ihtiyaç sayısına göre orduda ‘sözleşmeli subay’ olarak çalıştırılabilecekler. Uzman astsubaylık uygulaması da onbaşı ve çavuş ihtiyacının karşılanması çerçevesinden devam edecek ve bu kişiler de sözleşmeli olarak TSK bünyesinde istihdam edilecek.


Komandoda başladı

Genelkurmay yedek subaylık uygulamasına son vermeyi ilk olarak komando tugaylarından başlattı. 2008’in mayıs ayından itibaren toplam altı komando tugayına yedek subay alınmıyor. Bu yılın aralık ayından itibaren de bu tugaylara er alınmayacak.

Komando tugayları tamamen profesyonel subay, astsubay ve uzman erbaşlardan oluşacak. Böylelikle terörle mücadelede görev alan komando personelinin tamamı profesyonelleşmiş olacak.
TSK, zaman içerisinde profesyonel ve mecburi askerlikten oluşan bir sisteme geçecek.


Yapı da değişiyor

TSK’da daha önce tümen-alay esasına dayalı olan kuvvet yapısı, tugay-tabur esasına çevrildi. Subay ve astsubayların yanısıra uzman erbaş sistemi ile de profesyonel orduya geçişte önemli mesafe kaydedildi.

Profesyonel ordu çalışmaları tamamlandığında, zorunlu askerlik hizmeti de artık tektip olacak. Yedek subaylık ve gönüllü erlik sistemine dayalı kısa dönem askerlik kalkacak. Herkes celp dönemlerindeki ihtiyaca ve yükümlü sayısına göre 12 ya da 15 ay erlik yapacak.

Üniversite mezunları için sürenin 12, ilköğretim ve lise mezunları için de sürenin 15 ay olması tartışılan seçenekler arasında bulunuyor.

Yurt dışındakiler için dövizli askerlik devam edecek. Ancak yurt içinde her celp döneminde askere alınacak yükümlü sayısı ihtiyaç duyulandan çok olursa bedelli askerlik gündeme gelecek. Genelkurmay, bugünkü şartlarda 2013 yılına kadar bedelli askerliğin gündeme gelmeyeceğini hesaplıyor.

Profesyonel orduya geçiş tamamlandığında, Özel Kuvvetler Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı özel harekat taburları, beşi Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, biri Jandarma’ya bağlı komando tugayları, sabit konuşlu iç güvenlik taburları ve destek unsurları tamamen profesyonellerden oluşacak.


Hükümetten gelecek

Genelkurmay üzerinde çalıştığı değişikliği 1111 sayılı askerlik kanununda değişiklik yapılmak üzere Milli Savunma Bakanlığı üzerinden hükümete iletecek. Hükümet de düzenlemeyi yasa tasarısına dönüştürerek TBMM’ye sunacak. TARAF/ANKARA


ORDU’DA KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK

* Yedek subaylık tamamen kalkacak, herkes er olacak.
* Herkes celp dönemlerindeki ihtiyaca ve yükümlü sayısına
göre 12 ya da 15 ay görev yapacak.
* Ordunun takım komutanı ihtiyacı, yedek subaylar yerine sözleşmeli subaylarla karşılanacak.
* Üniversite mezunları askerliklerinin bitiminde ihtiyaç sayısına göre orduda ‘sözleşmeli subay’ olarak görev yapabilecek.


10 AB ÜLKESİNDE ZORUNLU ASKERLİK YOK

AB üyesi 25 üyeden 10’unda zorunlu askerlik hizmeti yok. Bunlar arasında İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve İsveç de var. Zorunlu askerlik, Portekiz, İspanya, İtalya, Lüksemburg, İrlanda Yunanistan, Polonya, Estonya, Letonya Litvanya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya ve Almanya’da mevcut. Fransa’da askerlik meslek statüsünde.

Şartları uyanlar, sözleşme imzalayarak orduya katılıyor. İngiltere’de bir profesyonel muvazzaf ordu var. Ayrıca yedek gönüllü ordu bulunuyor. ABD’de ise profes-yonel ordu ve yedekler var.

30 Nisan 2009 Perşembe

Mehmet Ali Ağca'dan İtalyan dergisine mektup:

Bir İtalyan dergisine mektupla demeç veren Mehmet Ali Ağca, İtalyan bir kadınla evlenmek istediğini, öldürmeye çalıştığı Papa İkinci Jean Paul'ün mezarını görmek istediğini söyledi




ROMA - İtalya’nın haftalık kadın dergilerinden "Diva e Donna"ya demeç veren Mehmet Ali Ağca, "din değiştirip Katolik olduğunu bütün dünyaya göstermek istediğini" söyledi.
Ağca, mektupla verildiği belirtilen demeçte, 2007 yılında din değiştirip Katolik olduğunu ifade ederek, "Katolikliğe geçtiğimi tüm dünyaya göstermek istiyorum" dedi. Ağca, 2010 yılının ocak ayında özgürlüğe kavuşmasının ardından ise Türkiye’yi terk etmek istediğini belirterek, "Türkiye’den göç edip kendime yeni bir hayat kurmak istiyorum. Katolik ve İtalyan bir nişanlım olmasını arzu ediyorum" diye konuştu.
"Diva e Donna" dergisi, kapaktan anons ettiği özel demeci, Ağca’nın Katoliklik inancını benimsemesinde Karol Wojtyla adlı Polonyalı Papa İkinci Jean Paul’ün önemli rol oynadığına işaret eden bir başlıkla; "Wojtyla sayesinde din değiştirdim. İtalyan bir gelin arıyorum" başlığıyla yayımladı.
Franco Bucarelli’nin imzasıyla yayımlanan röportaja, yaklaşık dört sayfa ayrıldı. Röportaj için kullanılan görsel malzemeler arasında, Ağca’nın demeci alan Bucarelli’ye hitaben kaleme aldığı İtalyanca mektuba da yer verildi.
Ağca’nın, el yazısıyla kaleme aldığı mektupta, kendisine yöneltilen sorulara madde madde cevap vermesi dikkati çekti. "Üçüncü maddeyi" boş bırakan Ağca’nın kısa mektubunda şu ifadeler yer aldı:
"Sevgili dostum Franco Bucarelli... Yerel hükümetin hiçbir gazeteciyle görüşmeme izin vermemesinden dolayı üzgünüm.
1) Gelecek yıl özgürlüğüme kavuşacağım.
2) Nişanlım yok, kimseyle yazışmıyorum. Katolik ve İtalyan bir nişanlım olmasını arzu ediyorum.
3) ...
4) Roma’ya gelip, 20. yüzyılın en iyi insanı olan sevgili kardeşim Karol Wojtyla’nın mezarını ziyaret etmekten büyük mutluluk duyacağım. Ancak Türk hükümeti bana izin vermiyor.
5) Kitap yazmıyorum.
6) İtalyan hapishanelerinde bana iyi davrandılar. Türk hapishanelerinde de bana iyi davranıyorlar. Bu vesileyle, dünyanın en iyi ahlaki rehberi olan Vatikan’daki herkese ve Papa Ratzinger’e (16. Benediktus’a) en iyi dileklerimi ve hürmetlerimi sunuyorum.
Mehmet Ali Ağca"



-"BENİMLE YAZIŞACAK GENÇ İTALYAN KADIN ARIYORUM"-

Yazışma yöntemiyle yapıldığı ifade edilen röportaj metninde ise Ağca’nın, 2007’de din değiştirdiği belirtilerek şöyle dediği belirtildi:
"Benimle yazışacak genç İtalyan kadın arıyorum. 13 Mayıs 2007’de İslam inancını reddedip Roma Katolik Kilisesinin müntesibi olmaya karar vermiş olduğum için, tabii ki Katolik bir kadın olmalı. Bu kararımı Vatikan yetkililerine de bildirdim. Burada ailem dışında bana hiç kimse yazmıyor. Dolayısıyla uzaktan da olsa, artık çok değişmiş biri olduğum için bana güvenecek bir kadınla diyalog kurmaya şiddetle ihtiyaç duyuyorum. Adeta yepyeni bir insan haline geldiğimi söyleyebilirim. Her şey yolunda giderse, Türk adaletine de hesabımı tamamen ödememin ardından 18 Ocak 2010’da yeniden özgür bir insan olacağım. Dolayısıyla kendisiyle Katolik nikahıyla evlenebileceğim bir yoldaş bulmayı gönülden arzuluyorum. İşlediğim suçlardan tamamen pişman olsam da bu, hayatımın iğrenç biçimde çalınmış yıllarından kaynaklanan kederimi unutturmaya da yetmiyor."
Ağca’nın yine aynı konuyla ilgili olarak şunları dediği kaydedildi:
"Ancak çok dikkatli olup megaloman kadınların tuzağına da düşmemek lazım. Zira kriminal eylemleriyle tüm dünyada hazin biçimde ün kazanmış erkeklere ilgi duyan pek çok kadın var. Benim hayalim, mütevazı ve onurlu bir İtalyan kadındır. Ortak Katolik inancından hareketle, benim yeni yürüyüşüme ve dünyevi kurtuluşuma yardımcı olabilecek biri olmalı."



-"BİR GÜNLÜĞÜNE DE OLSA ROMA’YA DÖNMEK İSTİYORUM"-
Ağca, Türkiye’deki hapis cezasını tamamlamasının ardından, 13 Mayıs 1981’de suikast girişiminde bulunduğu Papa İkinci Jean Paul’ün kabrini ziyaret etmek için bir günlüğüne de olsa Roma’ya uğramak istediğini ifade ederek şöyle dedi:
"Bir günlüğüne de olsa Roma’ya dönmek, İkinci Jean Paul’ün kabrinde dua ederek, beni affettiği için kendisine bir evlat olarak duyduğum minnettarlığı göstermek istiyorum. Ondan sonra da İtalya’dan ayrılıp yabancı bir ülkeye gideceğim. Zira Türkiye’den göç edip kendime yeni bir hayat kurmak istiyorum. Ülkeme yeterince problem yaratmış durumdayım."
Papa İkinci Jean Paul’ün kabrini ziyaret etme arzusunu, Roma Katolik Kilisesinin halihazırdaki lideri Papa 16. Benediktus’a, Vatikan Devlet Sekreteri (Başbakan) Kardinal Tarcisio Bertone ve diğer Vatikan yetkililerine de mektup yazarak ilettiğini ifade eden Ağca, Aziz Petrus Meydanına tekrar dönmek istediğine de değinerek şu ifadeyi kullandı:
"Barışçıl biçimde o meydana yine geri dönerek, Katolikliğe geçtiğimi tüm dünyaya göstermek istiyorum. Bu güçlü arzumu Papa 16. Benediktus’a, Kardinal Bertone’ye ve diğer Vatikan yetkililerine de ilettim. Ancak şu ana dek hiçbiri bana yanıt vermedi. Onların endişelerini de anlıyorum. Vatikan için muhtemelen ben halen Polonyalı Papa’yı öldürmeye kalkışmış biriyim. Ancak ben artık değişmiş biriyim, farklı bir insanım."
Röportajda, yabancı bir ülkede yeni bir hayat kurmasının kolay olmayacağını belirten Ağca, bu zorluğu Papa İkinci Jean Paul’ün ruhani inayetiyle aşacağına inandığını da savunarak şunları kaydetti:
"Türkiye’den göç edip kendime yeni bir hayat kurma arzusundayım. Mevcut kimliğimle bunun neredeyse imkansız olduğunun da bilincindeyim. Ancak Papa Wojtyla’nın göksel yardımına güveniyorum. Size yemin ederim ki değiştim. Bunu, Roma’daki Rebibbia Cezaevinde beni kucaklamış olan, beni kınayan tek söz söylemeksizin bana kardeş diye seslenmiş olan o harika papaya borçluyum. O ses, o jest, o anı benim kalbimde derin izler bıraktı. Benim bir insan olarak yeniden doğmama ve bir Katolik mümin olmama katkı sağladı."


-"KİTAP YAZMA TEKLİFLERİNİ GERİ ÇEVİRDİM"-

Ağca, 1981’deki suikast girişiminin arka planını aydınlatmak üzere kitap yazması için birçok teklif almakla birlikte, bu tür önerileri kabul etmediğini de belirterek, "Aziz Petrus Meydanındaki suikast girişimine ilişkin tüm gerçeği anlatmak üzere kitap yazmam için pek çok teklif aldım. Ama tüm teklifleri kararlı biçimde reddettim. Zira geçmişi geride bıraktım, şu an için sadece geleceğimi inşa etmek istiyorum" dedi.
Ağca, "Kaldı ki Papa Wojtyla, -kendisinin özel sekreteri Kardinal Dziwisz’in kitabında da anlatıldığı üzere- benim o çılgın girişimimin ardında kimin olduğunu mükemmel bir şekilde anlamış ve benim elime silahı tutuşturanı da bağışlamıştı" diye yazdı.
Ağca, Türkiye’deki cezaevi koşullarını ise şu ifadelerle tasvir etti:
"Aşırı güvenlik önlemleri altındaki bu cezaevindeki tecrit ağırıma gitmiyor. Diğer mahkumlarla konuşmak da istemiyorum. Türkiye’ye iademden önce hapis yattığım İtalyan cezaevlerinde olduğu gibi burada da bana iyi davranıyorlar."
Röportajın altında imzası bulunan gazeteci Bucarelli ise Türk yetkililerinin Ağca’nın can güvenliği açısından tecrit yöntemine başvurduklarını kaydederek, diğer mahkumlarla temasa izin verilmesi durumunda Ağca’nın, din değiştirdiği gerekçesiyle öldürülebileceğini iddia etti. (aa)

27 Nisan 2009 Pazartesi

İran, Total’la imza attı


İran’ın, Fransız Total şirketiyle 42.4 milyon dolarlık anlaşma imzaladığı belirtildi

Devlet televizyonunun haberine göre, Total anlaşma uyarınca İran’daki yeni petrol yataklarının geliştirilmesi için teknik yardım ve hizmet verecek.
Haberde, Total şirketinin, Güney Pars Havzasındaki doğal gaz yataklarının işletilmesi projelerinde yer almaması yönündeki ABD baskısına rağmen anlaşmanın imzalandığına dikkat çekildi.
Total’den bir süre önce yapılan açıklamada, İran ile doğal gaz görüşmelerinin doğruluğu teyit edilmiş, ancak görüşmelerin yavaş ilerlediği belirtilmişti. Total Genel Müdürü Christophe de Margerie, Temmuz 2008’deki açıklamasında ‘siyasi risk nedeniyle İran’a yatırım yapmayacaklarını’ söylemiş, ancak bir süre sonra “İran’daki enerji projelerine ilgi duyduklarını” ifade etmişti.

Resmi telekulak rakamı: 70 bin kişi dinlendi

Adalet Bakanı, 'Yasal olarak 70 bin civarında kişinin telefonunun dinlendiği anlaşılıyor' dedi. Kayıtların 2 bin 840'ı imha edilmiş




ANKARA - Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, telefon dinleme tartışmalarına açıklık geçirdi: “Türkiye’de yasal olarak suç ve suçlu ile mücadelede 70 bin civarında vatandaşımızın telefonunun dinlendiği anlaşılıyor.”
Bakan Şahin telefon dinlemeleri hakkında bir istatistik olmadığına dair açıklamasına yönelik eleştirileri yanıtladı. Bakan Meclis’te telefon dinlemeleriyle ilgili yazılı soru önergesine yazılı yanıt verdiğini anımsatarak, “Adalet Bakanlığı’nın kayıtlarında var olan bilgiler kadarıyla verilmiş olan bir cevap” dedi. Bazı gazetelerde haberin ‘Türkiye’nin ayıbı’ başlığıyla verildiğini söyleyen Şahin şöyle konuştu:
“2 bin 840 civarında telefon dinleme kaydının ilgili yasanın ilgili maddesi gereğince imha edildiğinden hareketle çokça vatandaşın telefonunun dinlendiği şeklinde bir yorum yapılmış. Verdiğim cevap, kısmi bir cevaptı. Çünkü gerçekten mahkemelerce kaç vatandaşımızın ileteşim bilgilerinin tespitiyle ilgili yargı kararı var, bu konuda bakanlığımızda bir kayıt olmadığı için ilgili birimlere yazılar yazdık. Cevap geldiğinde milletvekili arkadaşımıza bunları ileteceğiz. Ancak hemen şunu söyleyeyim, Telekomünikasyon İletişim Başkanı bu konuda geçenlerde bir televizyon kanalında açıklama yapmıştı. 60 bin civarında mahkeme kararının kendilerine son üç yıl içinde irtikal ettiğini ifade etmişti. Demek ki Türkiye’de yasal olarak suç ve suçlu ile mücadele bakımından 70 bin civarında vatandaşımızın telefonunun dinlendiği anlaşılıyor. Bunlardan 12 bin 841’i herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı için imha edilmiş, böyle bir ilave açıklama yapmayı gerekli gördüğüm için sizin bu sorunuza cevap verme ihtiyacı duydum.”

Yargı kararıyla yapılanlar
Şahin, söz konusu dinlemelerin savcılık iznine tabi dinlemeler olup olmadığının sorulması üzerine, “Bunların tamamı savcıların talebi üzerine yargı kararıyla yapılan dinlemelerdir. Bunun dışında herhangi bir dinleme yasal olarak mümkün değil zaten. Bunların delil olma durumu da söz konusu değil. Ama biz yasaların uygulanmasıyla ilgili durumu, sizlere söylüyoruz” ifadesini kullandı.

Deniz Feneri evrakı
Bakan Şahin, ‘Deniz Feneri davası’yla ilgili olarak da 24 Nisan 2009 günü Türkiye’nin Almanya Büyükelçiliği’nden ‘evrak’ geldiğini açıkladı. Şahin, 62 gün önce gelen Deniz Feneri dava dosyası tercümesinin de haftaya biteceğini duyurdu.
Şahin, basına Alman savcılar Türkiye’deki asli fail durumundaki 15 kişinin sorgulanmasına ilişkin talepte bulundu’ diye yansıyan ek dosyayla ilgili sorular üzerine şunları söyledi: “Deniz Feneri’yle ilgili cuma günü Türkiye’nin Almanya Büyükelçiliği’nden bize bir evrak geldi, Adalet Bakanlığı’na... Bakanlığımız evrakları inceliyor. Tabii tercüme edecek. Önümüzdeki hafta zannediyorum ki ne talep ettiklerini önümüze getirirler.”

Kayıp dosya mı?
Almanya’da Deniz Feneri davası bittikten sonra, aralarında Akman’ın da bulunduğu ve ‘soruşturmanın Türkiye’deki ayağı’ niteliğinde 15 kişinin ifadesinin alınması talepli bir dosyanın Alman Savcılığı tarafından Türkiye’ye iletildiği iddia edilmişti. Frankfurt Savcılığı Sözcüsü Doris Müller-Scheu, taleplerine yanıt gelmediğini açıklamıştı. Adalet Bakanlığı yetkilileri kendilerine dosya gelmediğini söylerken, Müller-Scheu, gönderildiği konusunda ısrar etmişti. Şahin’in açıkladığı evrağın bu dosya olabileceği öne sürüldü. (Radikal)